TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini, 2010 / 01 Kopenhag İklim Müzakereleri: Hayal Kırıklığına Rağmen Süreç Devam Ediyor

 


 

Hande BALOĞLU - TÜSİAD Sanayi, Hizmetler ve Tarım Bölümü Uzmanı


2008-2012 yılları arasında Ek B ülkelerinin emisyonlarını 1990 yılına göre %5 azaltmalarını öngören Kyoto Protokolü sonrasında yeni bir uluslararası iklim rejiminin oluşturulması yönündeki müzakereler 2009 yılında dünya kamuoyunu en çok meşgul eden konulardan biri oldu. İki yıldır yoğun bir şekilde devam eden müzakerelerin 7-18 Aralık 2009 tarihlerinde Kopenhag'da gerçekleşen 15. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Toplantısı’nda  (COP 15) tamamlanarak bir siyasi karar alınması ve bunu takiben yasal bağlayıcı bir metnin oluşturulması amaçlanmaktaydı.

Kamuoyunun ilgisi ve beklentisinin yüksek olduğu zirveye 193 ülkeden 42.000 kişi ve 120 lider katıldı ancak beklenen düzeyde bir hukuki anlaşmaya varılamadı. Teknik ve siyasi müzakerelerde sera gazı emisyonlarının azaltım oranları, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için yapılacak iklim yardımı, ormanlar sorunu, taahhütlerin takip edilmesi, pazar mekanizmaları ve yasal çerçeve gibi önemli konularda anlaşmaya varılamadı.

ABD Başkanı Obama’nın da son gün katıldığı zirvede, ABD önderliğinde Brezilya, Çin, Güney Afrika ve Hindistan bir araya gelerek Kopenhag Mutabakatını açıkladı.

Kopenhag Mutabakatı’nın Genel Hatları

• Müzakerelerin sonuçlanmadığı zirvede Kopenhag Mutabakatı resmen kabul edilmese de “taking note” (not alır) ibaresi ile siyasi bir belge olarak tanındı.
• Ülkeler sıcaklık artışının 2050 yılına kadar 2 derece ile sınırlandırılmasını hedefleyen Mutabakatı imzalamaya davet edilmektedir.
• BM İklim Değişikliği Sözleşmesinde EK 1'de yer alan ülkelerin 2020 yılına kadar alacakları emisyon indirim baz yılı ve taahhüdünü 31 Ocak 2010 tarihine kadar ibraz etmeleri öngörülmektedir.
• Ek 1 dışında yer alan gelişmekte olan ülkelere mali yardım sağlanarak temel senaryo (business-as-usual) emisyon artışlarından azaltım yapmaları beklenmektedir.
• Kopenhag Mutabakatını takiben, UNFCCC 1 Şubat 2010 tarihinde 55 ülkenin 2020 yılına kadar emisyon azaltım ve sınırlama taahhüdünde bulunduğunu açıkladı. Ancak, bilim adamları bu taahhütlerin 2050 yılına kadar küresel ısınmayı 2°C ile sınırlama hedefi için yeterli olmadığı konusunda uyarıyor.
• Toplantının son saatlerinde birkaç kilit ülkenin anlaşmasıyla diğer ülkelerin onayı henüz alınmadan hazırlanan Kopenhag Mutabakatı’nın ortaya çıkış şekli ile siyasi ve yasal unsurları tartışma ve karışıklık yaratmaktadır.
• Kopenhag Mutabakatı’nı imzalamayan veya emisyon indirim ya da azaltım taahhüdü bildirmeyen ülkeler için herhangi bir yaptırım olup olmayacağı net olarak ifade edilmemektedir.
• Gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerin adaptasyon çalışmaları için yeterli, öngörülebilir ve sürdürülebilir finansal kaynak, teknoloji ve kapasite geliştirme desteği sağlanması hedeflenmektedir. Bu çerçevede, 2010-2012 yılları arasında gelişmekte olan ülkelere 30 milyar dolar fon sağlanacaktır.  Eğer, gelişmekte olan ülkeler şeffaf denetleme mekanizmalarını kabul eder ise 2020 yılına kadar yıllık 100 milyar dolar tutarında fon sağlanacağı taahhüt edilmektedir.

Kopenhag İklim Zirvesi ve Türkiye’nin Durumu

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin EK 1 ülkeler listesinde yer alırken Kyoto Protokolü’nde Ek B’de yer almayan tek ülke olan Türkiye’nin durumu, yasal bağlayıcılığı olmasa da EK 1 ülkelerinden emisyon indirimi talep eden Kopenhag Mutabakatı nezdinde hayli karmaşıktır. Ek 1 ülkeleri arasındaki gelişmişlik farklarına dikkat çeken Türkiye, müzakerelerde ekonomik ve sosyal göstergelere göre gelişmekte olan ülke olduğunu belirtmektedir. Bu çerçevede, temel müzakere metinlerinde Türkiye'nin her ne kadar gelişmiş ülkeler listesinde yer alsa da özel durumundan bahsedilmesi ve 2001 yılında Marakeş’te alınan karara atıf bulunması önem taşımaktadır. Ancak, 2007 yılında açıklanan Bali Yol Haritasında gelişmekte olan ve gelişmiş ülke tanımları üzerinden müzakereler yürütülürken Kopenhag Mutabakatında direk olarak EK 1 ve Ek 1 dışı ülkelerin taahhüt ve sorumlulukları belirlenmiştir. Bu durumu Türkiye iyi analiz etmeli ve Ek 1 ülkesi olmasına rağmen gelişmekte olan bir ülke olduğunu dünya kamuoyuna iyi açıklamalıdır.

Haziran 2010'da Bonn'da yapılacak ara toplantıyı takiben resmi bağlayıcılığı olan bir anlaşmaya Aralık 2010'da Meksika'da gerçekleşecek COP 16 toplantısında varılması hedeflenmektedir. Kopenhag’da gerçekleşen COP 15 Taraflar Konferansı’nda müzakerelerin bağlayıcı bir anlaşma metni ile sonuçlanmaması ve müzakerelerin 2010 yılında devam etmesi Türkiye’nin bazı hazırlıklarını tamamlaması için zaman kazanmasına olanak sağlamıştır. Bu çerçevede, bu süreci iyi kullanarak tüm ilgili paydaşların katılımı ile gerekli envanter, veri, bilgi, maliyet ve sektörel analizler ile strateji ve eylem planı çalışmaları tamamlanarak müzakere pozisyonumuzun güçlendirilebilir.

İş dünyası açısından iklim değişikliği politikalarının önemi

Ekonomik ve sosyal boyutları ağır basan iklim değişikliği sadece bir çevre sorunu olarak algılanılmamalıdır. Sürdürülebilir kalkınma prensipleri çerçevesinde, iş dünyasının öncelikleri ile çevresel ve sosyal sorumluluk bilinci harmanlanarak sosyal ve ekonomik refahı sağlayacak büyüme ile çevresel kalitenin korunması birlikte yürütülmelidir. Bunu başarmak için kamunun yanı sıra özel sektörün de katkıları ve yönlendirmesi ile düşük karbonlu ekonomi modeline geçiş önem taşımaktadır.

İklim değişikliğine uyum ve emisyon azaltımı konusunda gerekli yatırımların yaklaşık %75-85’inin özel sektör tarafından gerçekleştirilmesi beklenmektedir. Dolayısıyla, iş dünyası ülke ve şirket potansiyeli ile tehditleri ve fırsatları iyi değerlendirerek doğru zamanda doğru adımlar atarak düşük karbonlu ekonomi modeline geçişte öncü rol oynamalıdır. Sürdürülebilir kalkınma ve düşük karbon ekonomisi prensiplerini şirket kültürleri haline gerebilen şirketler dünya ölçeğinde rekabet güçlerini artırarak bu ciddi pazarda yer alabilirler. Bu çerçevede, sanayi, enerji ve ulaştırma gibi kilit sektör politikaları ile ekonomik ve sosyal politikalar düşük karbon ekonomisi perspektifi ile yeniden değerlendirilmeli ve bütünleşik bir vizyon ve politika uygulanmalıdır. 

Ülkelerin yeni yükümlülükler alacağı 2012 sonrası iklim rejiminde, çevre dostu teknik ve teknolojilerin geliştirilmesi ile finansman en önemli konuların başında gelmektedir ve bu konuda dünyada yeni bir pazar oluşmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye sanayisi için rekabet avantajı sağlanması yönünde çalışmalar yapılmalıdır. Türkiye’nin, yeni oluşacak iklim rejiminde gelişmekte olan ülkelere sağlanması öngörülen teknoloji ve finansman fonlarından faydalanması rekabet gücünü koruyarak düşük karbonlu ekonomiye geçişine ivme kazandıracaktır. Bu süreçte, ilgili kamu kurumları ile iş dünyası, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliği ve koordinasyon önem taşımaktadır.


Sera Gazı Emisyonları Ülke Karşılaştırmaları



İklim Değişikliği Politikalarının Tarihsel Süreci




İklim Politikası Senaryolarında Enerji Kaynaklı CO2 Salınımlarındaki Azalma


 Kaynak: IEA, 2008


2030 Yılında Dünya Enerji Kaynaklı CO2 Salınımları



Kaynak: IEA, 2008

• OECD ülkelerinin salınımlarını sıfıra indirmeleri bile, Dünya’yı 450-ppm değerine getirmek için yeterli değildir.


 

"TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini" güncel tartışmalara yönelik ve genel okuyucu kitlesi için TÜSİAD Araştırmacıları tarafından hazırlanan kısa makalelerden oluşmaktadır. "TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini"nde yer alan görüşler yalnızca yazara aittir ve TÜSİAD’ın görüşlerini yansıtmayabilir. 
 

Bu kategoriden diğerleri: