TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini, 2011 / 01 İklim Değişikliği Müzakereleri: Uzatmalarda Altın Gol Arayışı

İlgili Dosyalar

 

 


Hale ALTAN, TÜSİAD Mikro Reformlar'dan Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı 

 

  • İklim Değişikliği Müzakereleri öncesinde Amerika, Kanada, Japonya ve Avusturalya gibi ülkeler Kyoto rejiminin (özellikle CDM mekanizmalarının) Kyoto sonrası yeni iklim rejiminde değişmesi gerektiğini savunuyorlardı.
  • Kamuoyu yansımalarında çok şey beklenilmediği ifade edilen 16. Taraflar Toplantısı Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında sürdürülen İklim Değişikliği müzakerelerinin Kopenhag’da örselenen meşruiyetini tekrar tesis etti.
  • Cancun’da en önemli gelişmeler Yeşil İklim Fonunun oluşturulması ve CDM mekanizmasının bir sonraki Taraflar Toplantısında değiştirilmesinin kabulü idi.
  • 16. Taraflar Toplantısında alınan kararlar içerisinde Türkiye’nin özel şartlarının yeniden tanınması ve ülkemizin finans, teknoloji ve kapasite geliştirme alanlarında gelişmekte olan ülkelere benzer kaynak imkanlarına erişimi yönünde kaydedilen ilerlemeyi memnuniyetle karşılıyoruz.
  • Kamu ile özel sektörün ortak çabaları ile, Türkiye’nin uluslararası platformda iklim değişikliği ile ilgili çalışmalarına daha sağlıklı bir zemin oluşturabileceğimizi ve ülkemizin olması gereken doğru konumu almasını sağlayabileceğimizi umuyoruz.

İklim değişikliği, her ne kadar bir çevre sorunu olarak görülüyor olsa da aslında ekonomi ve sanayi politikalarına yön veren bir unsurdur. Bu çerçevede, 2050 yılına kadar iklim değişikliği ile ilgili hiçbir şey yapmamanın bedelinin, dünyanın 4-6 derece ısınması ve bu doğrultuda küresel ekonominin kuraklık,  ormansızlaşma, çölleşme, susuzluk ve tayfun, sel gibi doğal felaketlerin artması gibi faktörlere bağlı olarak yıllık ortalama % 5 küçülmesi olacağı artık kabul görmüş bir öngörü. Hatta, Uluslararası Enerji Ajansı’na göre sadece Kopenhag’da alınamayan kararların küresel ekonomiye reçetesi en az 1 trilyon dolar ve sistemin daha sürdürülebilir bir yapıya kavuşması için kullanabilecek fırsat penceresi her geçen gün daralıyor.

 

İklim değişikliği politikalarının gerektirdiği bu dönüşüm, enerji, ulaştırma, sanayileşme, yatırım alanları, dış ticaret, yerel yönetimler, sağlık, bölgesel kalkınma ve tüketici hakları gibi bir ülkede ekonominin can damarı olan birçok politika alanını da etkileyecek. Bu doğrultuda, küresel ve ülkesel iklim politikalarının belirlenmesi için Birleşmiş Milletler çatısı altında 1992 yılında başlayan müzakereler devam ediyor. İlk taahhüt dönemi 2012 yılında sona erecek olan Kyoto Protokolü sonrası yeni iklim rejiminin nasıl şekilleneceğine dair Poznan’dan itibaren çalışmalar hız kazanmış durumda. Bu çerçevede, geçtiğimiz yıl Kopenhag’da gerçekleştirilen 15. Taraflar Toplantısı’ndan çok şey beklenmekteydi. Ancak Kopenhag’da pek de şeffaf olmayan şekilde sadece bir grup ülkenin katılımı ile varılan Kopenhag Mutabakatı da bir karar niteliği kazanamadı. Bu da, aslında kamuoyu yansımalarında çok şey beklenilmediği ifade edilen ve Cancun’da gerçekleştirilen 16. Taraflar Toplantısına, BM şemsiyesi altında gerçekleştirilen iklim müzakerelerinin kaderini yüklemekteydi.

 

Gelişmiş Ülkeler

 

Hâlihazırda bir azaltım taahhüdü vermemiş olan ABD, Kanada ve Avusturalya gibi gelişmiş ülkelerin bir taahhütte bulunmamaları ve gelişmekte olan ülkelerin ise sürece bir katkı yapmamaları halinde Kyoto sonrası yeni iklim rejiminin oluşturulması mümkün değil. Nitekim, 16. Taraflar Toplantısı öncesinde de Kyoto sonrası sürecin oluşturulması hakkında olumlu sinyaller alınamamaktaydı.

 

ABD’nin, en çok kirleten ülke konumuna karşın, mevcut CDM düzeni içerisinde bir rol alması ise imkânsız gibi gözüküyor. Zira sadece ABD’nin iklim politikaları açısından pek de tatminkâr olmayan salımlarını 2005 yılına göre % 17’lik azaltma taahhüdünün dahi, mevcut piyasa yapısı içerisinde talebi iki katına çıkaracağı öngörülmekte. Bu da, karbon fiyatlarını artırarak piyasayı alıcı düzeninden çıkararak satıcı kontrolüne geçirecek. Amerika’nın asıl isteği ise fiyatı kendisinin oluşturacağı yeni bir düzen kurmak.

 

Kanada, yükselen petrol fiyatları sonrasında ekonomik olarak kullanılabilir hale gelen katran kumu rezervlerine sahip. Dünyanın en büyük yedinci petrol üreticisi üretiminin yarısını karbon emisyonu yüksek bir işlem olan katran kumundan petrol üretiminden sağlamakta. Benzer şekilde Avusturalya da dünyanın bir numaralı kömür ihracatçısı konumunda olması nedeni ile herhangi bir taahhüt altına girmek istemiyor.

 

Japonya’nın pozisyonu ise Çin gibi emisyonları hızla artan gelişmekte olan ülkelerin bağlayıcı hedefler alması gerekliliği ve daha ekonomik ve daha işlevsel bir ticaret mekanizması geliştirilmesi sürecine tam destek verilmesinden oluşmakta. Bu doğrultuda, ABD, Kanada, Japonya ve Avusturalya gibi gelişmiş ülkeler yeni düzene geçiş ve ikili anlaşmalarla ülkelerin kendi piyasalarını oluşturma vizyonu ile Cancun’da müzakerelere başladılar. AB ise, özellikle Kopenhag Toplantısı sonrasında iklim politikaları konusundaki lider duruşundan uzak bir görüntü sergilemekteydi. Bu duruş biraz da BUSINESSEUROPE gibi, Avrupa iş dünyasını temsil eden kuruluşların 16. Taraflar Toplantısı öncesinde AB’nin iklim değişikliği konusunda ek bir taahhüt almasının kendilerinin rekabet gücünü azalttığını açıkça beyan etmesinin bir sonucuydu.

Gelişmekte Olan Ülkeler

  • İklim değişikliğine uyum ve mücadele konusunda maddi desteğe ihtiyaç duymaktalar.
  • Kopenhag Mutabakatı içerisinde yer alan Yeşil İklim Fonu’nun Dünya Bankası değil, BM çatısı altında oluşturulmasını istiyorlar.
  • Yeşil İklim Fonu’nun daha somut bir yapıya kavuşturulması arzusundalar.

Cancun Kararları

16. Taraflar Toplantısı, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hassasiyetlerinin olabildiğince gözetilerek uzlaşmaya varıldığı, sürecin şeffaflığının yeniden tesis edildiği Kyoto sonrası yeni iklim rejiminin Birleşmiş Milletler çatısı altında gerçekleştirilecek bir anlaşmaya dayanacağının teyit edildiği önemli bir adım oldu. Özellikle şeffaflık ve finansman konusunda alınan mesafe, 2012 yılında Rio’da yapılacak toplantıda bir anlaşma sağlanacağı yönündeki beklentileri de artırdı. Bu çerçevede, Cancun zirvesi bağlayıcı bir anlaşma ile sonuçlanmamasına rağmen özellikle Kopenhag’da görüşülen aşağıdaki konularda belirli kararlar alındı:

  • Küresel sıcaklık artışının 2°C derece ile sınırlandırılması,
  • Kyoto Protokolü altında yürütülen müzakerelerin devam ederek, Kyoto dönemi ile 2012 sonrası süreç arasında boşluk oluşturmayacak şekilde tamamlanması,
  • Yeşil İklim Fonunun oluşturulması,

Taraflar; gelişmekte olan ülkelere 2012 yılına kadar 30 milyar dolar, 2012-2020 yılları arasında 100 milyar dolar finansman yardımı yapacaklar. Fon, gelişmekte olan ülkelerin istediği gibi BM çatısı altında kurulacak, ancak ilk 3 yıl Dünya Bankası tarafından denetlenecek. Ancak fonun yapısı, işleyişi ve sürekliliği konusunda resmi bir karara varılamadı.

  • “Teknoloji İcra Komitesi ve İklim Teknoloji Merkezi ve Ağı” kurulması,

İklim değişikliği ile mücadelenin “azaltım” ve “uyum” başlıkları altında teknoloji transferinin desteklenmesi amacı ile kurulması kararlaştırıldı.

  • 17. Taraflar Konferansında ise 2’si piyasa temelli olmak üzere CDM içerisinde 3-4 yeni mekanizma kurulması,

 

Geçen sene Kopenhag Mutabakatına giden süreçte de kısırdöngüye yol açan konulardan biri olan CDM –Esnek Mekanizmalar- süreci yeniden yapılanacak.  Bu bağlamda, 2011 senesi Türkiye için çok önemli bir dönemin başlangıcı. Eğer Durban’da ve 2012 yılında Rio’da iyi planlarla müzakerelerde etkili bir rol alabilirsek, iklim değişikliği ile mücadele ülkemiz için bir finansman ve istihdam kaynağı haline gelebilir.

 

  • Gelişmiş ülkelerin (Ek I) ekonomileri genelinde sayısal azaltım hedefleri, düşük karbonlu büyüme planları ve stratejileri belirleme ve raporlama yükümlülüklerinin devam etmesi,
  • Gelişmekte olan ülkelerin ise “ulusal programlara uygun azaltım faaliyetleri” (NAMA) gerçekleştirmeleri, destek talep edilen NAMAlar ve sağlanan destekler için kayıt sistemi kurulması ve bu ülkelerin 4 yılda bir ulusal bildirim, 2 yılda bir ilerleme raporu çıkarması.

 

Yeşil İklim fonundan yararlanmak için NAMAların etkili bir şekilde hazırlanması ve proje ve programların, emisyon azaltım taahhütleri temelinde yarışarak donor ülkeler ile uzlaşma halinde belirlenmesi gerekiyor. Bunun için hazırlanacak olan NAMA’ların MRV (Monitoring-Reporting and Verification) kısmına da önemli verilmeli.

 

İklim Değişikliği ve Türkiye

Türkiye, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içerisinde yanlış konumlandırılmasından dolayı Sözleşmeye 2004 yılında taraf oldu. Kyoto Protokolü’nün TBMM’de onaylanması ise ancak 2009 yılında gerçekleşti. Bu sürecin büyük bir kısmında iklim politikalarına ilişkin yurtiçi ve yurtdışında somut adımlar atılamamış olması ise Türkiye’nin müzakere sürecinde etkili bir aktör olamayışına neden oldu.

 

Bu süreci kendi lehine kullanabilen gelişmekte olan ülkeler ise “Clean Development Mekanizmaları” ile kendilerine sistemden belirli bir kazanç sağlayabildiler. Bu doğrultuda, Amerika’dan sonra en fazla kirleten ikinci ülke konumunda olan Çin, başta edindiği doğru konum sayesinde, 2010 yılında 41.8 GW’lık kurulu güce ulaşarak rüzgar enerjisi sektöründe küresel lider konumuna geldi. Ayrıca Çin, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve karbon yoğunluğu hedefleri ile kendisini 2020 itibarı ile bağlayıcı hale gelecek sorumluluklara hazırlıyor. ABD’nin başı çektiği, G20’de ise 13 ülke ekonomik krizde yeşil finansman paketi açıkladı. Ekonomik kriz içerisinde yenilenebilir enerjiye teşvik veren ülkelerin sayısı da hayli çoktu. Türkiye’de ise 8 Ocak 2011 tarihinde yürürlüğe giren “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile yenilenebilir enerjinin piyasa koşullarında rekabet edebilmesi için yeterli değil.

 

Cancun’da alınan kararlar ise, Türkiye’nin kendisini yeniden konumlandırma çabalarını hem kamu, hem özel sektör olarak farklı uluslararası platformlara yayarak genişletmesini gerektiriyor. CDM’in yeniden şekillendiği, yeşil iklim fonunun oluşturulmakta olduğu bir dönem içerisindeyiz. Türkiye, “ortak fakat farklı sorumluluklar” çerçevesinde ülkemizin ekonomik gelişmişlik düzeyi ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri göz önünde bulundurularakalması gereken taahhüdü doğru bir şekilde tespit edip üzerine düşen görevi hakkaniyet ve inandırıcılık prensipleri çerçevesinde yerine getirmelidir.

 

16. Taraflar Toplantısında alınan kararlar içerisinde Türkiye’nin özel şartlarının yeniden tanınması ve ülkemizin finans, teknoloji ve kapasite geliştirme alanlarında gelişmekte olan ülkelere benzer kaynak imkanlarına erişimi yönünde kaydedilen ilerlemeyi memnuniyetle karşılıyoruz. Kamu ile özel sektörün ortak çabaları ile, Türkiye’nin uluslararası platformda iklim değişikliği ile ilgili çalışmalarına daha sağlıklı bir zemin oluşturabileceğimizi ve ülkemizin olması gereken doğru konumu almasını sağlayabileceğimizi umuyoruz.

 

TÜSİAD olarak, iklim değişikliği konusunda başta T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı olmak üzere ilgili tüm kamu kuruluşları ile yakinen çalışmaktayız. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sekretaryası’na “İş Dünyası ve Sanayi Sivil Toplum Kuruluşu” alanında akredite olmuş bir kuruluş olan TÜSİAD, BM İklim Değişikliği 16. Taraflar Toplantısı’na da Türk resmi heyeti içerisinde katılım sağlamıştır. Bu çerçevede, kurumumuz 2 Aralık 2010 tarihinde “İklim Değişikliğinin Etkilerini Azaltma: Özel Sektörün Rolü” başlıklı bir yan etkinlik de düzenleyerek Türkiye’nin iklim değişikliği politikalarına uyum sürecinin ulusal ve uluslararası pazardaki rekabet gücüne etkilerini değerlendirmiştir. TÜSİAD, 16. Taraflar Toplantısı’nda diğer sivil toplum kuruluşları ile de çeşitli temaslar gerçekleştirmiş ve 2009 yılının Mart ayında enerjide arz güvenliği ve iklim değişikliği konularında 17 en büyük ekonomi arasında bir platform olarak kurulan Major Economies Business Forum’a davet edilmiş ve bu kuruma üye olmuştur.
 


 

"TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini" güncel tartışmalara yönelik ve genel okuyucu kitlesi için TÜSİAD Araştırmacıları tarafından hazırlanan kısa makalelerden oluşmaktadır. "TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini"nde yer alan görüşler yalnızca yazara aittir ve TÜSİAD’ın görüşlerini yansıtmayabilir. 

 

 

Bu kategoriden diğerleri: