TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz'ın "TÜSİAD 2013-2014 Çalışma Programı Tanıtım Toplantısı" Açılış Konuşması

Değerli Basın Mensupları,

TÜSİAD’ın 2013-2014 programını paylaşmak üzere düzenlediğimiz bu toplantıya katılımlarınız için çok teşekkür ediyor ve TÜSİAD Yönetim Kurulu adına saygılarımızı sunuyorum.

Bildiğiniz gibi, Yönetim Kurulu programlarımızı kamuoyu ile önceden paylaşarak uygulamaya koyuyoruz. Komisyon Başkanlıklarını yürüten Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarımla birlikte programımızı sizlere aktarmaya, değerlendirme ve sorularınıza yanıt vermeye çalışacağız.

Çalışmalarımıza üyelerimiz, Komisyonlarımız, TÜSİAD akademik platformları, işbirliği yaptığımız ulusal ve uluslararası düşünce örgütleri ve üyesi bulunduğumuz uluslararası örgütler ile gerçekleştirdiğimiz istişareler önemli girdiler sağlıyor. Elbette bu hazırlık sürecinde, yürürlükteki kalkınma planları, hükümetin orta vadeli programları ve yıllık programlarını da, programımızın oluşturulmasında önemli referanslar olarak dikkate alıyoruz.

Değerli Basın Mensupları,

Öncelikle, bugün burada sizlere sunacağımız TÜSİAD programını şekillendiren genel çerçeveyi sizlerle paylaşmayı isterim.

Bu çerçevenin ana eksenini tabii ki, küresel gelişmeler oluşturuyor. Yaklaşık dört yıldır derin bir küresel iktisadi kriz ile mücadele edilmekte. Bu krizin dünya tarihinde, küresel ekonominin yapılanmasında önemli bir dönüşümün başlangıcı olacağını düşünüyoruz.

Her ne kadar kriz finans sektöründe başlayıp reel ekonomiye yayılmış gözükse de, aslında kriz, özellikle son 20 yılda ertelenmiş bir dizi küresel nitelikteki reformun hayata geçirilememiş olmasından kaynaklanmıştır. O yüzdendir ki, finansal regülasyon eksikliği gibi algılanan krizi, aslında bir küresel regülasyon ve küresel işbirliği anlayışı eksikliği olarak okumak gerekiyor ve krizden çıkışı da bu boşluğun nasıl ve ne zaman doldurulacağı ile ilişkilendirmek gerekiyor.

Önümüzdeki dönemde, artık yeni bir iktisadi düzen ve yeni bir küresel yönetişim modelinden bahsedeceğiz. Artık klasik büyüme anlayışıyla, insanların mutluluğunu, refahını sağlamanın ve sürdürmenin mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Ayrıca, ulus-devlet modelleriyle tutarlı olan iktisat politikaları, küreselleşme dinamikleriyle yeniden şekillendirilmek zorundadır.

Bu önemli dönüşüm sürecini yakından izliyor ve üyesi olduğumuz uluslararası örgütler içindeki partnerlerimizle birlikte tartışmaya katkıda bulunmaya gayret ediyoruz. OECD nezdinde iş dünyasının çatı örgütü BIAC üyesi olarak, iş dünyasının bu yeni yapılanmadaki görüşlerini önümüzdeki dönemde daha da olgunlaştırmaya çalışacağız.

Bu değişim sürecinde bir tehlikeyi tespit etmek gerekir: Devletin krizle mücadele ortamında ekonomik yaşamda daha fazla rol alması, bu rolün kalıcı hale gelmesi ve böylelikle bir tür müdahaleci ekonomi anlayışının benimsenmesi ihtimali görünmektedir. İşte bu tartışma alanı iş dünyası örgütleri açısından son derece önemli.  Günümüz özel sektörünün en önemli özelliği olan özgür girişimciliğin korunarak geliştirilmesi konusunda tüm muhatap örgütlerimizle birlikte çalışmaya, kafa yormaya devam edeceğiz.

Bu bağlamda G-20 ve G-20 ülkelerinin iş dünyası temsil örgütlerinin oluşturduğu B-20 çalışmalarını önemsiyoruz. G-20 dünya katma değerinin ve nüfusunun çok büyük bir bölümünü kapsayan, tüm kıtalara yayılmış bir kurumsal yapı. Bu haliyle adil ve sürdürülebilir küreselleşmenin en önemli girişimi. Küresel uzlaşmanın en geniş kurumsal platformu. Bu ortamda üzerinde uzlaşma sağlanamayan girişimlerin hayata geçme şansı zayıf.

TÜSİAD olarak biz de, G-20 ve B-20 gündemini içselleştirmeye çalışıyoruz. Artık gündemimiz, B-20 gündemine paraleldir… Bu kurumun derinleşerek daha kapsamlı ve süratli çözüm üretebilmesi ve Türk iş dünyasının bu kurum içinde daha etkili kılınması için, TÜSİAD olarak ciddi bir çaba göstereceğiz. “Küresel İlişkiler Komisyonu”muzun en önemli başlığı bu konu olacak. 2015 yılında G-20’ye ev sahipliği yapacak olan Türkiye açısından konu, özel bir dikkati gerektiriyor. Bu zirveye hazırlık için önümüzde sadece 22 ay var.

Değerli konuklar,

Küreselleşme sürecini salt bir iktisadi dönüşüme indirgemek mümkün değil. Bu değişimin dış politikadaki iz düşümünü açıklıkla görüyoruz. 20. yüzyılın uluslararası siyasi dengeleri de, ekonomik dinamiklere paralel olarak süratle yeniden oluşmakta. Bir yandan küreselleşmenin tetiklediği özgürlükçü arayışlar otoriter rejimlerin düşmesine neden olurken, diğer yandan, demokrasiyle refah arasında tercih yapmaya yönelen yönetim anlayışlarının gelişmekte olduğunu görmekteyiz.

Küresel kriz ile tetiklenen bu tartışmalar ve yeni arayışlar iş dünyası açısından çok önemli. Biz bu tartışmanın içinde yer almak durumundayız ve demokrasi ile refahın birlikte gittiklerini savunanların yanında yerimizi almalıyız.

Dünya ile ilgili değerlendirmelerimizi, küreselleşmenin en önemli aktörlerinden ve belirleyici unsurlarından biri olan, Avrupa Birliği (AB) ile tamamlamak istiyorum. Küreselleşmenin, barış ve demokrasi referansını AB sağlayacaktır. AB, kontrollü ve dengeli küreselleşmenin bir provasıdır ve başarıya ulaşması herkesin çıkarınadır. Yeni küreselleşme anlayışının demokrasi, özgürlükler, çalışanların hakları, çevre duyarlılığı gibi değerler nüvesi yine AB merkezli oluşacaktır. Öte yandan kriz sırasında yaşadığı sıkıntılar ve kilitlenme hali de göstermektedir ki AB “Yeni Dünya Düzeni”ne uyum sağlayabilmek için yeni bir yapılanmaya, Birliği derinleştirmeye ihtiyaç duymaktadır.

Türkiye, AB’nin sağlıklı gelişmesi için kritik öneme sahip bir ülkedir. AB’nin gerçek anlamda bir küresel sürükleyici güç olması aşamasında Türkiye’nin de AB’ye üye olması bir zorunluluktur. AB’nin yeniden yapılanması, tek pazarın genişlemesi açılarından kritik önemdedir.

Biz AB sürecine hiçbir zaman salt bir ticaret ortaklığı olarak yaklaşmadık. Öncelikle barışın, insan haklarının ve demokrasinin referansı olarak değerlendirdik. AB bu değerler kümesini içinde barındırdığı için önemliydi. Bu yönüyle halen aynı düzeyde ve hatta artan derecede öneme sahiptir. TÜSİAD Komisyonları içinde münhasır bir AB Komisyonu kurulması ve yeniden yapılanma çalışmalarını AB’deki muhatap kuruluşlarımız ile özel bir proje olarak ele alacak olmamız, bu konuya verdiğimiz önemin bir göstergesidir.




Değerli Basın Mensupları,

ABD Başkanı Obama'nın, geçtiğimiz günlerde, "Birliğin Durumu" adlı yıllık Kongre konuşmasında “Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı” çağrısının hepimizin dikkatini çekmesi gerekir. Bu çağrı 2 yıl içerisinde bir anlaşmayla sonuçlandığı takdirde, AB'yle ABD arasında  şu anda ortalama yüzde 3 olan gümrük duvarının sıfırlanması ve böylece tahminlere göre her iki tarafın büyümesine, ilk aşamada,  0,5 puan eklenmesi söz konusudur.

Türkiye bu gelişmeyi çok yakından izlemek, varılacak anlaşmaların oluşmasına bir şekilde katkıda bulunmak zorundadır. Bu gelişmenin adını doğru koyarak hareket etmemizde fayda olduğu görüşündeyiz: Vaktiyle Başkan Clinton'un söylediği gibi "TAFTA, Ekonomik NATO'dur." TÜSİAD olarak 2013 yılı çalışmalarında Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’na Türkiye’nin eklemlenmesi konusunu tüm boyutlarıyla ele almayı hedefliyoruz.

Değerli Basın Mensupları,

Küresel ekonomi, küresel siyasi gelişmeler ve AB başlıklarıyla oluşturmaya çalıştığım bu çerçeveyi çizdikten sonra, ülke meselelerinin çözümüne ilişkin çalışmalarımızdan bahsetmek istiyorum:

Yeni Anayasa ve Kürt meselesi konuları bağlamında Türkiye demokratikleşme sürecinin en önemli aşamalarından birine girmektedir. Bu süreçte, katılımcı demokrasi bağlamında üzerimize düşen nedir? Çağdaş refah toplumuna ulaşılmasına nasıl katkı yapabiliriz? Girişimde bulunan, yatırımı yapan, istihdam yaratan, yenilikçi olmak isteyen ve risk alan bir topluluğuz. Üzerinde faaliyet gösterdiğimiz zeminin güçlü olmasını sağlamak üzere bu sürece katkı vermek arzusundayız. Bunu bir görev ve sorumluluk olarak görüyoruz. Güçlü olmasını istediğimiz bu zemin demokrasi zeminidir ve yeni Anayasa, bu zeminin güçlendirilmesi için çok önemli bir fırsat sunmaktadır.

Değerli Basın mensupları,

TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu, bir buçuk yıla yakın bir süredir çalışmalarını sürdürüyor. Daha önce de TÜSİAD olarak vurguladığımız gibi, partilerin eşit temsil edildiği bir özel uzlaşma komisyonun kurulmuş olmasını çok olumlu karşılıyoruz. Komisyonun tüm toplum kesimleri, akademik camia ve STK’lardan görüş toplayarak sürece başlamasını bizatihi çok önemli bir adım olarak değerlendirdik.

Son zamanlarda basına yansıyan birkaç konudaki görüş ayrılığını doğal karşılıyoruz. Bunlar yola çıkarken beklenen tartışmalardı. Siyasi partilerimizin hiç biri dün sabah kurulmadı ve doğal olarak ideolojik farklılıkları, söylem farklılıkları ve politika farklılıkları var… Ancak biz tüm görüş ayrılıklarına rağmen, uzlaşılacak pek çok alan olduğunu ve uzlaşma anlayışıyla gidilirse, her konuda ilerleme sağlanabileceğini düşünerek yeni Anayasa çağrısı yapmıştık.

Biz, uzlaşmaya inanıyoruz. Yeter ki hiçbir parti yeni Anayasa’da, bugüne kadar savunduğu tüm tezlerini aynen görmeyi beklemesin. Tüm tarafların uzlaşma niyetiyle hareket etmelerini ve 21. yüzyılın öngördüğü özgürlükçü tercihler ile müzakere etmelerini bekliyoruz.

Özellikle birkaç gün önce sivil-asker ilişkilerinde çok önemli bir konuda tüm partilerimiz arasında uzlaşma sağlanmış olduğu haberi çok umut verici. Keşke Komisyonun uzlaşmaya vardığı diğer konuların da kamuoyu ile paylaşılması mümkün olsa ve uzlaşma umudu böylelikle daha canlı tutulabilse.

Ülkemizi, Komisyonda partiler arasında sağlanacak bir uzlaşma kadar ilerletecek başkaca bir unsur yoktur. Geniş tabanlı bir uzlaşmanın sağlandığı bir Anayasa, en az Anayasa’nın içeriği kadar önemlidir.

Sivil toplum kuruluşları, düşünce kuruluşları ve özellikle TÜSİAD yirmi yılı aşkın süredir yaptıkları çalışmalarla bugüne kadar bu sürece yapabilecekleri katkıyı yaptı.  Bu aşamada bizlere düşen görev, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun çalışmalarını izlemek ve uzlaşmayı teşvik etmektir. Yeni Anayasa üzerinde mutabakata varılmasını talep etmeyi kendimize hak görüyoruz.

Bu noktada terör ve Kürt meselesinin çözümüne yönelik süreçten de bahsetmek istiyorum. Bu süreç, barışın, huzurun ve demokratikleşmenin önemli ayaklarından birini oluşturacak ve Anayasa sürecine çok önemli bir ivme kazandıracak. Sürecin çok dikkatli bir dil ve tutum ile en iyi şekilde değerlendirilmesi gerekir. Acaba süreç nerede takılır, nerede tökezler gibi başarısızlık hikâyelerine kendimizi kaptırmamalıyız. Bunların yerine, üzerinde uzlaştığımız bir toplumsal sözleşmenin, bir mutabakat anayasasının sağladığı ortamda hep birlikte barış ve huzur içinde yaşayacağımız olumlu senaryoyu hayata geçirmek için çaba sarf etmeye gayret etmeliyiz.

Demokratik standartları yükselteceğini umduğumuz yeni Anayasa’nın yazılması ve Kürt sorununun çözümüyle birlikte kalkınmanın da hızlanacağına inanıyoruz. Huzur ortamı, bölgesel kalkınmışlık farklarını süratle azaltacak çalışmalara imkân sağlayacaktır. AB ile ilişkilerimizde buzlar yavaşça erimeye başlıyor. 2,5 yıl sonra nihayet bir fasıl açılacak gibi. Bu faslın “Bölgesel Politikalar Faslı” olmasını, son derece anlamlı buluyorum ve birçok fırsatı barındırdığını düşünüyorum.

Şimdi, buraya kadar tarif ettiğimiz demokrasi zemininin üzerinde yükselecek yapıya gelmek istiyoruz. Yani ekonomik ve sosyal politikalara. Bu gündemin de, demokrasi gündemi kadar özenle ve süratle yürütülmesi gerekmektedir.  Bu alandaki değerlendirmelerimizi ve programımızda ne şekilde yer aldıklarını da sizlerle paylaşmak isterim.

Öncelikle hemen memnuniyetle belirtmek isterim ki, Türkiye ekonomisi kriz sonrasında gelişmiş ekonomilerdeki daralmadan kendini pozitif bir şekilde ayrıştırdı. Özellikle 2010-11 döneminde küresel krizin etkilerinden olumlu ayrışma, bize dünya genelinde uzun süre devam edecek gibi görünen sorunlarla mücadele etmede önemli direnç noktaları sağladı. Bu temel direnç noktaları, cari işlemler açığı sorununa rağmen bize bugün daha emniyetli bir alanda hareket etme ve sağlıklı bir dengeleme politikası uygulayabilme olanağı sağlıyor. Evet, 2012 yılında yüzde 3’ün altında büyümüş olduğumuzu tahmin ediyoruz. Ancak bu yıl ve gelecek yıl çok daha iyi olacaktır. 2012 yılında iç ve dış talep arasında sağlanan dengeleme gerçekten başarılıdır. Bu sonuca ulaşılmasında hem ihracatta sağlanan başarılı sonuçlar hem de para, maliye ve finansal sektör politikaları önemli rol oynamıştır.

Hemen belirtmeliyim ki, kriz esnasında ve cari dönemde makroekonomik politika koordinasyonunu başarılı buluyoruz.  Nitekim bu koordinasyon sayesinde 2009 sonrasında yüksek büyüme hızları yakalanmış, cari açık tehlikeli noktalara geldiğindiyse yumuşak iniş başarılmıştır.

İhtiyatlı bütçe politikalarının yarattığı zeminde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası finansal istikrarı da gözeten, ”yenilikçi para politikası” uygulamalarına geçmiştir. Nitekim rezerv para yaratan Merkez Bankalarının nerede duracağı henüz belli olmayan ve 5 trilyon dolara ulaşmış parasal genişlemesinin olumsuz etkilerini bertaraf etmede başarılı bir yol izlenmiştir. Küredeki rezerv para büyüklüğünün anlamlı bir ekonomik aktivite ile ilişkili olmadığı açıkken, bu enjeksiyonun etkileri ancak Merkez Bankası’nın mevcut yaklaşımı ile dengelenebilirdi. Bu yaklaşım, hem TL’nin aşırı değerlenmesine neden olabilecek arızi gelişmeleri bertaraf etmiş, hem de finansal portföyün TCMB tarafından kısmen kontrolünü sağlamıştır.

Kamu maliyesinde dikkat etmemiz gereken konu, vergi gelirlerimizin en verimli şekilde kullanılıp kullanılmadığıdır. Kamu harcamalarında ise tasarruf anlayışı esas olmalı, harcamaların kompozisyonu ise iktisadi verimliliği dikkate almalıdır.

Borç stokumuz on yıllık başarılı kamu maliyesi politikaları ile önemli ölçüde düşürülmüştür. Ancak bu olumlu gelişmeye rağmen sürecin devam ettirilmesi ve dış şokların etkilerini hafifletmek amacıyla kamu maliyesinde bir ek ihtiyat alanı oluşturmakta yarar vardır. Kriz sonrasında, bu tür bir tampona (fiscal buffer stock) sahip olmanın, ne derecede kritik bir rol oynadığını hep birlikte müşahede ettik.

Genel olarak kamu maliyesi alanımız mevcut durumda da emniyetli gözüküyor ama dikkatli olmaya devam etmeliyiz. İçinden geçtiğimiz küresel kriz kamu maliyesine ilişkin birçok ezberi bozdu; anlaşıldı ki, bir firmanın sürdürülebilirliği için esas olan dengelerin kamu maliyesi için de katı bir şekilde geçerli olması gerekiyor. Uzun dönemde, kamu maliyesinde esas olan:

Sıfır açıktır; yani kamu açığı ancak arızi bir mefhum olmalıdır.

Şeffaflıktır; yani her bir vergi ödeyen kişi harcamaların nereye yapıldığını bilmelidir.

Verimliliktir; yani harcamalar sürdürülebilir büyüme amaçlı olarak kullanılmalıdır.

Hesap verebilme ve denetlemedir; bütçe disiplini esastır, bütçeden sapmalar gerekçeli olarak vergi ödeyene anlatılmalı ve denetime tabi olmalıdır.

Bu esaslar sağlandığı ölçüde, devletten kamu maliyesine yönelik bir beklentimiz olmaz, zaten olmamalıdır; devlet ekonomik bir aktör değil, denetleyici ve düzenleyici bir yapıdır.

Son olarak büyümenin asli unsurları ile ilgili değerlendirmelerimi sizinle paylaşmak isterim.

Önümüzde, bizlerin de hazırlanma sürecinde bulunduğumuz,  bir yandan mikro yapısal nitelikteki tüm unsurları içeren, diğer yandan bölgesel kalkınmışlık farklarını gidermeye ve sektörel rekabet potansiyellerini tahlil etmeye yönelik hazırlanmış bir yol haritası niteliğindeki “Sanayi Stratejisi” belgesi bulunmakta. Yine bu yıl devreye girecek olan ve orta-uzun dönemli kalkınma eksenlerini ortaya koymasını beklediğimiz 10. Plan belgesi çalışmaları devam etmekte. Bu belgelere, ara malı üretim kapasitesinin artırılması ve ithalat bağımlılığın azaltılmasına yönelik olarak hazırlanan “Girdi Tedarik Stratejisi” belgesini de eklemek gerekir.

Bu belgeler, enerji arz güvenliğinden kadın istihdamına, bilgi toplumu stratejisinden fikri mülkiyet mevzuatına, yapısal işsizlikten kamu maliyesine kadar geniş bir yelpazede rekabetçilik politikalarını içermektedir. Bu belgeleri hayata geçirmek için, kamu yararına çalışan bir iş dünyası temsil örgütü olarak ve tamamlayıcılık unsurunu dikkate alarak, kamunun her kurumuyla bir arada çalışmayı arzu etmekteyiz. İş ve yatırım ortamının geliştirilmesi, rekabet gücünün ve üretkenliğin yükseltilmesi, uzun dönem büyümenin temel şartıdır. Tüm Komisyonlarımız bu tespit bağlamında programlarını hazırladılar ve sizler ile paylaşacaklar.

Ben bu noktada durmak isterim. Önümüzdeki döneme ana hatlarıyla yaklaşımımız budur. Beni dinleme sabrını gösterdiğiniz için her birinize çok teşekkür ederim. Arzu ederseniz, şimdi Yönetim Kurulu üyelerimizi de dinleyelim ve sonrasında sorularınız var ise memnuniyetle alalım. Çok teşekkürler.