TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner'in “Düşük Karbon Ekonomisinde Rekabet Gücü" Toplantısı Açılış Konuşması

TÜSİAD adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

 
Bildiğiniz gibi TÜSİAD olarak 40. Yılımızda “sürdürülebilir kalkınma” olgusunu çalışmalarımızın merkezine koyduk. Bu doğrultuda, konuyu sosyal, ekonomik ve çevresel boyutlarıyla ele alan “Vizyon 2050 Türkiye” raporumuzu da Eylül ayında kamuoyu ile paylaştık. Bu çerçevede, düşük karbon ekonomisine geçiş ve bu olgunun özünü oluşturan iklim değişikliği konularını da TÜSİAD olarak öncelikli çalışma alanlarımız arasında ve gündemimizin ön sıralarında tutmaya devam edeceğiz.
 
Bugün, Karadeniz ve Hazar Girişim ve İş Dünyası Uluslararası Birliği (UBCCE) ile birlikte düzenlediğimiz bu konferans kapsamında, UBCCE’nin 1.5 yıldır Alman Uluslararası İşbirliği Kurumu ve Federal Almanya Çevre Bakanlığı’nın destekleriyle yürüttüğü “Yeşil Girişime Destek Projesi”nin strateji raporunu da kamuoyuna duyuracağız. TÜSİAD’ın girişimi ile 2006 yılında kurulan UBCCE, Türkiye’nin güçlü tarihi ve kültürel bağlarının bulunduğu Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’yı içine alan Karadeniz ve Hazar bölgesindeki bağımsız gönüllü işadamı örgütlerini bir araya getiren uluslararası bir girişimdir. Söz konusu rapor ise yeşil ekonominin yaygınlaştırılması konusunda özel sektöre düşen kilit rolden yola çıkarak, Karadeniz ve Hazar iş dünyasına “yeşil iş” yapma ve “yeşil iş”i teşvik konusunda bir yol haritası çizmeyi amaçlamaktadır. UBCCE’yi bu önemli konuyu bölge gündeminde ön safhalara yerleştirdiği için tebrik ediyorum. TÜSİAD olarak UBCCE ile bu yönde ortak çalışmalara da devam edeceğimizi de ifade etmek istiyorum.
 
İklim değişikliği, bugün insanlığın karşılaştığı en sinsi tehditlerden birini oluşturuyor. 2010 yılında dünyada kaydedilen en yüksek sera gazı emisyonu seviyesine ulaşıldı. İklim değişikliğinin geri döndürülemez hale geleceği 2 derecelik ısınma eşiğini geçmemek için çabalarımızda geç kalmak üzereyiz. 1970’li yılların sonundan beri BM çatısı altında bu uzun dönemli soruna kollektif bir çaba gösterip bir çözüm bulmaya çalışıyoruz. 1992’de İklim Değişikliği Sözleşmesi ile somutlaşan bu süreç, bugün ciddi bir “iklim müktesebatı” oluşmasını sağlamış durumda. Maalesef diğer yandan 1992’den bu yana dünyada değişen ekonomik ve siyasi dengeler ve kalkınmışlık farkları uluslararası mutabakat ile bir iklim rejimi oluşturulmasını güçleştiriyor. Geçtiğimiz üç yılda, bu müzakerelerin büyük siyasi mücadelelere sahne olduğunu ve bir türlü sonuç alınamadığını gözlemliyoruz.
 
TÜSİAD olarak, küresel platformlardaki çözüm arayışlarını ve uluslararası gelişmeleri, doğrudan katılım sağlayarak yakından takip ediyoruz. Bu doğrultuda 2008 yılından bu yana İklim Değişikliği Konferanslarına aralıksız katılıyor; müzakereleri ve tartışmaları takip ediyor, Türkiye’nin pozisyonunu iş dünyası kimliğimizle aktarmayı hedefleyen etkinlikler düzenliyoruz. Bu yıl da TÜSİAD olarak Birleşmiş Milletler tarafından Güney Afrika’nın Durban kentinde düzenlenen İklim Değişikliği 17. Taraflar Konferansı’na Türk iş dünyasını temsilen 7 kişilik bir heyetle katıldık. Bu konferansta “İklim Değişikliğiyle Mücadelede Türk Özel Sektörünün” rolü başlı bir seminer de düzenledik. Söz konusu yan etkinlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız ile de yakın işbirliği içinde olduk. Hem etkinliğimizdeki işbirliği, hem de TÜSİAD heyetine Türk Resmi delegasyonu içerisinde yer vermelerinden dolayı Çevre ve Şehircilik Bakanlığımıza teşekkür etmek istiyorum.
 
Durban müzakerelerinin sonuçlarına baktığımızda, geçtiğimiz yıl Cancun’da Türkiye’nin özel koşullarının tanınmasına ilişkin sağlanan ilerlemenin, bu yıl bir adım daha ileri götürüldüğünü görüyoruz. Bu yılın en önemli gelişmesi, artık Türkiye’nin Sözleşme altındaki mali desteklerden yararlanıp yararlanmayacağı değil, nasıl yararlanacağının tartışılmasının tüm taraflar tarafından kabul edilmesi olmuştur. Bu önemli bir başarıdır, ancak müzakerelerin bundan sonraki safhaları da aynı şekilde ısrarla takip edilmelidir.
 
Uluslararası iklim rejimi müzakereleri Durban’la birlikte artık yeni bir yola girmiş ve bu rejimin uzun dönemde Kyoto Protokolü dışında şekilleneceği kesinleşmiştir. Yeni rejim, Durban Platformu adı altında yeni bir müzakere organı tarafından en geç 2015’te belirlenmiş olacaktır. Bu rejimde, gelişmiş ve gelişmekte olan ayrımı olmaksızın tüm ülkelerin sorumluluk alması gerekecektir. Bu yolun sonunda küresel olarak kapsayıcı, buna karşılık içerdiği araçlar açısından daha geniş ve daha şeffaf bir rejimin ortaya çıkması beklenmelidir. Bu durum Türkiye açısından uluslararası rejimin mevcut asimetrik yapısına göre daha olumludur. Ancak yeni rejimin ortaya çıkacağı 2015 ve uygulamaya gireceği 2020 dönemleri de bu süreçte kritik kilometre taşları olarak önümüze çıkmaktadır.
 
2015 ve 2020’ye giden bu yolda, Türkiye olarak hemen bugün, büyük bir ciddiyetle çalışmaya başlamak durumundayız. Zira önümüzdeki dönemde doğru verilere dayalı, tutarlı ve uzun dönemli öngörüler içeren azaltım politikaları geliştirmemiz gerekecek.
 
İnanıyoruz ki Türkiye, uluslararası toplumun sorumlu bir üyesi olarak, sera gazı emisyonlarının azaltılması için kendi ulusal şartlarına uygun bir şekilde sorumluluk alarak, yeni düzende üzerine düşen rolü etkili şekilde yerine getirmelidir. Bunun gerçekleşmesi yani iklim değişikliğine uyum ve emisyon azaltımı için alınacak önlemlerin toplam maliyetinin büyük kısmının özel sektör tarafından karşılanması gerekecektir. Bu nedenle yeni iklim rejiminde rekabetçi bir ülke olabilmek adına özel sektör yatırımlarının yenilikçiliğe, düşük emisyon teknoloji ve uygulamalarına yönlendirilmesi için kısa, orta ve uzun vadede kamu ve özel sektörün güçlü bir işbirliği ve iletişim içerisinde olması gerekmektedir.
 
Dolayısıyla ulusal politikaların ve kapasitenin oluşturulması sürecinde iş dünyası ile güçlü bir ortaklık kurulmalı ve sektörel durum değerlendirmeleri ve eylem planları bu ortaklıklar temelinde hazırlanmalı ve takip edilmelidir. İklim değişikliği ile mücadelede hedeflerimizi belirlerken, sanayi politikası, enerji politikaları, yatırım destekleri ve teşvikler, dış ticaret, yerel yönetimler, bölgesel kalkınma gibi çeşitli konuları entegre bir şekilde ele almak durumundayız. İklim değişikliği konusunda yükümlülük altına girecek olan sanayi ve özel sektörün, ülke pozisyonları oluşturulurken bilgi ve deneyimine başvurulması ve süreçte aktif rol alması gerektiğine inanıyor, İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu ve altındaki çalışma gruplarının etkili şekilde çalıştırılması gereğini tekrar vurgulamak istiyorum.
 
Hem kamu, hem de özel sektör olarak küresel iklim müzakereleri ile oluşmakta olan yeni iklim rejimini yakından takip ederek Türkiye olarak kendimizi bu defa doğru konumlandırmak zorundayız. Biz TÜSİAD olarak özel sektörün buradaki rolünü gerektiği gibi oynayabilmesi için üzerimize düşeni yapmaya ve bölge ülkelerindeki muadil kurumlara tecrübelerimiz aktararak yardımcı olmaya hazırız.