Transatlantik İlişkilerde Yeni Atılım: Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı ve AB-Türkiye Gümrük Birliği*


Fikir Üreten Fabrika'dan (Arşiv)



Eray AKDAĞ, TÜSİAD Ankara Daimi Temsilcisi
 

*: Orijinali İngilizce olarak yazılan bu analiz ilk olarak ABD’li düşünce kuruluşu Alman Marshall Fonu’nun (The German Marshall Fund of the United States – GMF) “On Turkey” Serisi’nin parçası olarak yayımlanmıştır. GMF’in “On Turkey” Serisi; politika yapıcılar başta olmak üzere Atlas Okyanusu’nun iki yakasında Türkiye takipçilerine Türkiye’de siyaset ve dış politika alanlarındaki gelişmeleri kolay anlaşılır bir yapıda sunmayı amaçlamaktadır.

 

Özet: Dünya çarpıcı biçimde hızlı ve kapsamlı bir dönüşüm geçirmektedir. İki taraflı ve çok taraflı düzenlemeler ile hem mevzuatın, hem de standartların bütün dünyada uyumlaştırılması piyasalara girişi çok kolaylaştıracak ya da zorlaştıracaktır. Bu aynı zamanda Türkiye ekonomisi ve siyaset atmosferinin tamamı açısından kritik bir virajı ifade etmektedir ki; muhtemelen en azından Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgeleri için ilginç yayılma etkileri doğuracaktır.


Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kısa süre önce Amerika Birleşik Devletleri’ne gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Beyaz Saray “ABD ve Türkiye’nin T.C. Ekonomi Bakanlığı ve ABD Ticaret Temsilcilik Ofisi başkanlığında ikili bir Yüksek Düzeyli Komite kurulmasına karar verdiğini ve Stratejik Ekonomik ve Ticaret İşbirliği Çerçevesi ile bağlantılı olacak bu komitenin nihai amacının ekonomik ilişkileri derinleştirmek ve ticareti serbestleştirmek olduğunu” açıkladı.[1] Bu kuşkusuz önemli bir adımdır, ancak aynı derecede tereddütsüzdür ki yetersizdir. Zira gelinen noktada, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (T-TIP) müzakerelerine paralel çalışacak resmi bir mekanizma oluşturmak son derece kritiktir. Hatta Kaleağası ve Ornarlı tarafından daha önce ifade edildiği üzere:[2] “Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’nın Türkiye için hayati önemi olduğu ve Türkiye’nin bu yapıda son derece önemli bir rol üstlenebileceği” dahi iddia edilebilir.

 

Başlangıçta

Avrupa Birliği ve Türkiye Gümrük Birliği’nden (GB) faydalanmaya başlayalı neredeyse yirmi yıl olmuştur. İki tarafın ekonomilerini canlandırmanın yanı sıra, Gümrük Birliği Türkiye’nin tam üyeliğine yönelik önemli ve somut bir adım olarak tasarlanmıştı. Buna karşın bir zamanların beklentisi olan üyelik, hala uzak bir gelecekte görünmektedir. GB, başlangıcından bugüne iki taraf için de önemli faydalar sağlıyor olmasına karşın, GB üyesi olup da AB üyesi olmamak Türkiye için arzu edilmeyen sonuçlar üretmektedir. Zira GB alanı içerisinde yer alan her mal ve hizmet “ulusal” muameleye tabidir. Dolayısıyla AB ne zaman üçüncü bir ülke ile bir serbest ticaret anlaşması (STA) imzalasa, Türkiye yeni bir ticaret sapması riskiyle karşılaşmaktadır: Üçüncü ülke menşeli mal ve hizmetler Türkiye’ye vergiye tabi olmaksızın girebilmekte, ancak Türkiye aynı ülke ile benzer nitelikte bir anlaşma imzalamadığı sürece bu tercihli yöntemden faydalanamamaktadır. Bu sistematik, AB üyesi olana kadar kaçınılması güç bir asimetri yaratmaktadır ve STA’lardaki meşhur “Türkiye Maddesi” bugüne kadar pek de etkili olmamıştır. Bu durumun bir sonucu olarak; AB’nin Güney Kore, Kanada, Meksika ve Japonya STA’larından kaynaklanabilecek önemli risklerden kaçınabilmek amacıyla Türkiye bütün diplomatik kaynaklarını seferber etmektedir. Bu yapı dengeleri değiştirmekte ve uluslararası arenada kaymalara yol açabilecek nitelikte, ancak ekonomi alanı dışında yer alan konuları da müzakere masalarına dahil etmektedir.

 

Oyun Değişiyor

Avrupa’da yaşayan pek çok kişi “önce tasarruf” yaklaşımının yakın geçmişteki küresel krizden kaynaklanan sorunların çözümü olduğunu sanmaktaydı. Ancak yapılan son değerlendirmeler, bu yaklaşımın ters teptiğini ve hatta Avrupa’nın iktisadi düşüşünü hızlandırdığını şüpheye yer bırakmaz bir şekilde doğrular niteliktedir. Gerek Avrupa’nın, gerekse dünyanın borç problemlerine çözüm için iktisadi büyümenin desteklenmesi gerektiğine dair tartışmaların hala devam etmesine karşın, mevcut durumun hızlı bir biçimde değişeceğini beklemek gerçekçi değil. Üzerinde uluslararası ticaret ve ekonominin şahlanacağı daha geniş bir zemin, yeni ve daha etkili bir araç yaratmak gerekli görünüyor. Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) Doha Turu’nun büyük bir başarısızlıkla sonuçlandığı tartışmasız bir gerçek ve yaklaşan Bali görüşmelerinde ileriye doğru bir sıçrama aynı derecede imkansız görünüyor.[3] G20’nin önemi konusunda son açılım çekici olmakla birlikte, aslında en büyük ekonomiler arasındaki bir “değişken geometriler” yaklaşımının kısa vadede sonuç vermesi çok daha mümkün olduğu anlaşılıyor. Bu yapı STA’lardan oluşan bir bölgesel bütünleşmeler dünyası yaratmaktadır. Buna karşın, eski dünyanın kuralları artık sınırlarına ulaşmış görünüyor ve yeni kurallar benimsemeye büyük bir ihtiyaç bulunmakta.

 

Özetlenen akış yeni ticari ve iktisadi sınırların yeniden çizildiği bir atmosferi tanımlıyor. Demokratik hükümetlerin kamuoyu görüşüne son derece hassas siyasetçilerden oluştuğu göz önüne alındığında, yeterli sayıda istihdam ve makul gelir seviyeleri yaratmak kısa vadede hayati öneme sahip olacaktır. Neredeyse bir oyun-sonu stratejisiyle (Keynes’in son derece doğru bir şekilde ifade ettiği üzere: “Uzun vadede hepimiz ölüyüz!”) dünyanın ekonopolitik devleri planlamalarında önümüzdeki iki ila on yıllık döneme odaklanacaklardır. Bu durum T-TIP ve Trans Pasifik Ortaklığın (TPP) neden en kritik enstrümanlar olduğunu basit bir biçimde ortaya koyuyor. T-TIP sadece statik etkilerle ölçüldüğünde dahi küresel gayrisafi yurtiçi hasılanın (GSYH) yarısına ve küresel ticaretin üçte birine ilişkin kuralları yeniden tanımlamayı ve kolaylaştırmayı hedeflemektedir.[4] Bürokrasi, standartlar ve vergi rejimlerindeki basitleştirme sonucunda dikkate değer dinamik etkiler de doğacak ve sonuç bu rakamları çok daha yukarılara taşıyacaktır. Benzer şekilde TPP dünya nüfusunun yüzde kırkına ev sahipliği yapan bir bölgede küresel GSYH’ın yarısını hedeflemektedir.[5]

 

Ve Türkiye?

Avrupa Konseyi’nin 1949’dan beri üyesi, AB Ortaklık Anlaşması’nın yarım yüzyıldır parçası, GB’nin 17 yıldır üyesi ve neredeyse 14 yıldır AB üye adayı olan Türkiye günümüzde AB ekonomisi ve politikasının hayati bir parçasıdır. Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı, İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE) kurucu üyelerinden ve Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nün (NATO) 1952 yılından beri üyesi olan Türkiye, küresel diplomasi ve savunma konularına da aktif olarak katılım sağlamaktadır. Bu arka plandan bağımsız olarak, Türkiye özellikle son yirmi yıldır küresel ekonomi liderlerine gittikçe daha büyük bir hızla yaklaşmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) 1995’ten beri üyesi olmanın yanı sıra G20 yapısının ve B20 Koalisyonu’nun da aktif bir üyesi olan Türkiye kısa süre önce IMF’nin borçlanıcıları sınıfından kreditörleri sınıfına terfi etmiştir. Bunlara rağmen, Amerika Birleşik Devletleri’nin transatlantik stratejik ortağı olan Türkiye’nin hala dünya ekonomisine ve siyasetine sağlayabileceği pek çok katkı bulunmaktadır. Sadece Avrupa’yla değil, Orta Doğu ve Afrika bölgeleriyle de önceden kurulmuş yakın bağlara sahip olan Türkiye Pasifik bölgesiyle de bağlantılarını geliştirmektedir. Türkiye aslında hızla gelişen bir ekonomiden daha fazlasıdır ve karar masalarında gün geçtikçe daha önemli roller üstlenmektedir.

 

Kritik küresel gelişmeler yakın tarihine baktığımızda Türkiye’nin kilit bir oyuncu olmadığını güvenle söylemek mümkündür. Buna karşın, dünyanın en önemli bölgelerinden bazılarında Türkiye’nin orta ila yüksek etki yaratma potansiyeli bulunduğunu söylemek de en azından adil olacaktır ve bu potansiyel gün geçtikçe gelişmektedir. Çeşitli AB gözlemcileri tarafından bir zamanlar “güverteyle bağı zayıflamış bir silah” (loose cannon) olarak tanımlanan Türkiye’nin dışarıda bırakılmaması gerekir. Avrupa Birliği Başkanlık Sonuç Bildirgesi’nde belirtildiği üzere “Türkiye’nin mümkün olan en güçlü bağ ile Avrupa yapılarına tam olarak kenetlenmesi sağlanmalıdır”. Dünya ekonomisinde potansiyel kazançlar genellikle sıfır-toplamlı oyunlarla tanımlanmasına karşın kazan-kazan oyunlar için hala bolca alan bulunmaktadır. T-TIP süreci buna iyi bir örnek teşkil edebilir. Zira dünya sadece iki tarafı olan basit bir satranç tahtası değildir. Kooperatif Çoklu Oyun Teorisi her zaman araştırılabilecek yeni bulvarlar olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Kritik Bir Dönemin Eşiğinde

T-TIP, TPP ve Avrupa-Akdeniz ortaklığı (EuroMed) son derece önemli gelişmelerdir, ancak dünyadaki yegane gelişmeler de değillerdir. ASEAN bölgesindeki gelişmeler de gelecek için neredeyse aynı düzeyde öneme sahiptir ve Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu güçlenmek için yeni yollar bulmaya çalışmaktadır. Yakın tarihli bir Avrupa Komisyonu Bilgi Notu kaçınılmaz görünen bir iddiayı açıkça ortaya koymaktadır: “Önümüzdeki iki yıl içerisinde dünyadaki talebin yüzde doksanı AB’nin dışarısında oluşacaktır. Bu sebepledir ki: Kilit ülkelerle yeni serbest ticaret anlaşmaları müzakere ederek Avrupa iş hayatı için daha fazla piyasa fırsatları yaratmak AB için temel bir önceliktir. Eğer mevcut serbest ticaret görüşmelerimizi yarın tamamlayabilecek olsaydık, AB’nin GSYH’ına yüzde 2.2 ya da 275 milyar € ekleyebilmiş olurduk. Bu AB ekonomisine Avusturya veya Danimarka kadar büyük bir ülke eklemeye denktir.” Geleceğin ekonopolitiğinin geleneksel olmayan ekonomik alanlara ve bağlara muhtaç olduğu anlaşılmaktadır.

 

Değişim rüzgarları sadece uluslararası ticaret ve ekonomi sınırları için değil, ülkeler için de esmektedir. Demokratik seçim dönemleri bütün ülkeler için iktisadi, siyasi ve dolayısıyla diplomatik yaklaşımları belirlemektedir. Türkiye’deki doğru zihinsel yaklaşımı destekleyerek siyasetçileri, bürokratları ve sıradan insanları güçlü bir biçimde motive etmek; Amerika Birleşik Devletleri’ndeki, AB’deki ve dünyanın diğer ilgili parçalarındaki kadar önemlidir. Tıpkı meşhur ABD Kongre Üyesi Tip O’Neil’in söylediği gibi “Siyaset her zaman yereldir.”

 

Türkiye ülkeyi ve ulusu sonsuza dek değiştirebilecek güce sahip tartışmaların yaşanacağı kritik bir sezona büyük bir hızla yaklaşmaktadır. Ülke Kürt Çözüm Sürecini, yeni ve modern bir anayasa oluşturma çalışmalarını ve mevcut parlamenter sistemin bir tür başkanlık sistemine dönüştürülmesini de içeren iç konuları ve bölgesel sorunları düzeltebilmek için bütün gücünü ortaya koymaktadır. Hala kaynamakta olan Orta Doğu bölgesine bakıldığında Türkiye’nin İsrail, Irak, İran, Mısır ve Suriye ile ilişkilerini yeniden yapılandırdığını, Afrika ulusları ve hatta Japonya, Güney Kore ve Çin gibi Uzak Doğu devleriyle ise ilişkilerini derinleştirdiğini görmekteyiz. Bütün bunların üstüne Türkiye önümüzdeki iki yıl içerisinde üç düzeyde önemli seçimlerle (yerel, genel ve cumhurbaşkanlığı) ve bir olası referandumla yüzleşecektir. Ek olarak bu cumhurbaşkanlığı seçimi daha önceki parlamenter seçimlerden farklı olarak şimdiye kadar ilk defa halk oylaması ile gerçekleştirilecektir. Bu halkoyu, yeni cumhurbaşkanına daha fazla otorite sağlayacak, herhangi bir anayasal değişiklik gerçekleştirilmese dahi bu makama geliştirilmiş uygulama yetkileri sağlayacaktır; ki bu yetkiler mevcut anayasada bulunmakla birlikte neredeyse asla kullanılmamıştır.

 

Özetlersek

Küresel kriz sürpriz bir şekilde; sağlıklı bankacılık sistemi ve yeniden uyum sağlayan büyüme ve istihdam yapıları ile Türkiye’nin dünyadaki en sağlıklı ekonomilerden birisine sahip olduğunu açığa çıkardı. EuroMed ortaklığının bir üyesi olan Türkiye bugünlerde diğer Akdeniz ortakları ile serbest ticaret anlaşmalarını sonuçlandırmaya çalışıyor. Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da yer alan bu 16 komşu daha şimdiden AB’nin toplam dış ticaretinin yüzde 8.6’sını oluşturmakta ve hem ekonomik entegrasyonu, hem de demokratik reformu yaygınlaştırmaktadır.

 

Bugün ulaşılan noktada dünya çarpıcı biçimde hızlı ve kapsamlı bir dönüşüm geçirmektedir. Burada sadece T-TIP müzakereleri sırasında kaldırılması planlanan yüzde 3 dolaylarındaki gümrük vergisinden bahsetmiyoruz. Bu aynı zamanda iki taraflı ve çok taraflı düzenlemeler ile hem mevzuatın, hem de standartların piyasalara girişi çok kolaylaştıracak ya da zorlaştıracak ölçüde bütün dünyada uyumlaştırılmasıdır. Bu aynı zamanda Türkiye ekonomisi ve siyaset atmosferinin tamamı açısından kritik bir virajı ifade etmektedir ki; muhtemelen en azından Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgeleri için ilginç yayılma etkileri doğuracaktır.

 

Amerika Birleşik Devletlerinin stratejik bir müttefiki ve AB’nin resmi bir ortağı olan Türkiye bir fırtınanın içerisinden geçmektedir, tıpkı dünyanın geri kalanı gibi. Hepimiz daha iyi hava koşullarına yelken açmaktayız; ancak çeşitli manyetik alanların ortasındaki bir pusula ile doğru rotayı bulmak zaman zaman tuzaklar yaratır. Winston Churchill’in bir zamanlar söylediği gibi “Eğer cehennemin içerisinden geçiyorsanız, durmadan devam edin.”



[3]“Lamy says change in mind-set needed for Bali to succeed,” Director-General Pascal Lamy’s statement: http://www.wto.org/english/news_e/news13_e/tnc_infstat_11apr13_e.htm

[4]Kemal Kirisci, “Don’t forget free trade with Turkey,” http://www.tusiad.us/1927/dontforget-free-trade-with-turkey/#more-1144

[5]Congressional Research Service, Trans-Pacific Partnership (TPP) Countries: Comparative Trade and Economic Analysis:  http://www.fas.org/sgp/crs/row/R42344.pdf








"TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini" güncel tartışmalara yönelik ve genel okuyucu kitlesi için TÜSİAD Araştırmacıları tarafından hazırlanan kısa makalelerden oluşmaktadır. "TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini"nde yer alan görüşler yalnızca yazara aittir ve TÜSİAD’ın görüşlerini yansıtmayabilir.

 
Bu kategoriden diğerleri: