TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan Pharmetic Girişimci Eczacılar Derneği’nin “Geleceğin E Hali” toplantısında bir açılış konuşması gerçekleştirdi

25 Eki 2024 İlgili Dosya
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan Pharmetic Girişimci Eczacılar Derneği’nin “Geleceğin E Hali” toplantısında bir açılış konuşması gerçekleştirdi

PHARMETİC GİRİŞİMCİ ECZACILAR DERNEĞİ “GELECEĞİN E HALİ” TOPLANTISI KONUŞMASI

ORHAN TURAN - TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI 

24 Ekim 2024

Pharmetic Girişimci Eczacılar Derneğinin Değerli Üyeleri, Saygıdeğer Katılımcılar, Değerli Basın Mensupları, 

Sizleri şahsım ve TÜSİAD Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. 

TÜSİAD olarak sağlığı, sosyal kalkınmanın önemli bir bileşeni olarak görüyor, ülkemizdeki sağlık  hizmetlerinin mevcut durumunu, sağlık alanında gerçekleştirilen reformları ve politika belgelerindeki  hedefleri, bütüncül bir bakış açısıyla ele alıyoruz. Dünyadaki trendleri ve sağlık hizmetlerine yansımalarını da, yakından takip ediyoruz. 

Teknolojinin sunduğu, yeni imkanlar ışığında, sağlığın tüm alt sektörleriyle beraber güçlenmesini ve  sürdürülebilirliğini önceliklendiriyoruz. 

Sağlıklı nesiller yetişmesi, bireylerin yaşam kalitesinin korunması ve toplumların sürdürülebilir kalkınma  hedeflerine ulaşması bakımından, sağlık hizmetlerinin herkes tarafından erişilebilir, yüksek kaliteli ve  sürdürülebilir olması kilit bir role sahiptir. Bu amaçla, uzun yıllardır sağlık alanındaki tüm sektör  paydaşlarıyla, görüş alışverişi gerçekleştiriyor ve ortak çalışmalar yürütüyoruz. 

Sağlık sektörünü bir araya getiren bu önemli etkililikte,siz değerli katılımcılara hitap etme fırsatı verdiği  için Yönetim Kurulu Başkanı Şule Dilek YAĞCI TÜYSÜZ nezdinde Pharmetic Girişimci Eczacılar Derneğine  teşekkürlerimi sunarım.  

Sizin bu toplantı için seçmiş olduğunuz, Sürdürülebilirlik mottosuna uygun olarak ben de bugünkü  konuşmamın başlığını “Ülke Ekonomisinin Bugünü ve Geleceği – Ekonomik Sürdürülebilirlik Mümkün  mü?” olarak belirledim. 

Ekonomik zorluklar, yanı başımızdaki savaşlar, kadın cinayetleri, elleri tüm alanlar arasında, benim en  saygı duyduğum, sağlık sektörüne kadar uzanan suç örgütleri gibi, güncel gelişmeler, her gün içimizin  kararmasına, hatta içimizin kan ağlamasına yol açıyor. Fakat bu iç karartıcı gündemden başımızı  kaldırıp, daha iyi, daha müreffeh, daha mutlu, huzurlu bir geleceği bugünden nasıl kurabiliriz sorusuna  cevap aramamız gerekiyor.  

Bu cevap bilinmezlerle dolu değil. Aslında hiç zor bir cevap da değil. Hak ettiğimiz geleceğe ulaşmak  için neleri yapıp, nelerden kaçınmamız gerektiği konusunda, bilim bize yararlanabileceğimiz kapsamlı  bir bilgi hazinesi sunuyor. 

 

Değerli konuklar, 

Geçenlerde açıklanmış olan, Nobel ödüllerine göz attığımızda, bu bilgi hazinesinin birçok unsurunu  görebiliyoruz.  

Sizin de bildiğiniz gibi, 1901 yılına dayanan Nobel ödülleri “insanlığa en büyük faydayı sağlayanlara” verilmek üzere tasarlanmıştır. Bu seneki ödüllerde de bunu görüyoruz. Edebiyat ödülünde, insan  hayatının kırılganlığı, Barış Ödülü'nde, nükleer silahlardan arınmış bir dünya elde etme çabalarının  önemi vurgulanıyor. Kimya alanında, proteinlerin yapısını, tıp alanında, MikroRNA'nın rolünü, fizik  alanında, makine öğrenimi, ekonomi alanında ise, toplumsal kurumların önemini gösteren çalışmalar  ödülün temelini oluşturuyor. 

Bu ödüllerde benim dikkatimi çeken ve burada ele aldığımız konu açısından önemli olduğunu  düşündüğüm üç noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

  1. Birincisi bu ödüller disiplinler arası. Birçok alandaki çalışmaları bir araya getiriyor. Bilimdeki  gerçek atılımlar, artık tek bir disiplinin alanı olmaktan çıktı. Bilim, geniş bir bakış açısı ve farklı  bakış açılarının birleşimi ile ilerliyor. Yapay zeka da bu disiplinler arası perspektife önemli katkı  sağlıyor. 
  2. İkincisi her gelişme kendinden önce gelen çok sayıda uzmanın çalışmalarına, yani insanlığın  ortak bilgi birikimi üzerinde yükseliyor.  
  3. Üçüncü nokta ise, bazen çok küçük zannettiğimiz bazı olgular, çok büyük etkiler, sonuçlar  ortaya koyabiliyor. MikroRNA örneğinde olduğu gibi, temel araştırmada küçük bir buluş  farmakolojide büyük bir sonuç üretebiliyor.  

Aslında bu üç nokta, sürdürülebilirliğin koşullarını da ortaya koyuyor.  

Dünyada gözümüzü nereye çevirirsek çevirelim, birbiriyle karşılıklı etkileşim içindeki ögelerden oluşan  sistemler görüyoruz. Bu en yalın haliyle insan için de, insanların oluşturdukları topluluklar için de,  ekolojik yapılar için de ve her türlü fiziksel sistemler için de geçerli. 

Bu karşılıklı etkileşimi yok saymak, bazen iyi niyetle de olsa, bu sistemin ahengini bozmak, bu  unsurlardan birini diğerlerinin aleyhine öne çıkartmak yapıyı bozuyor, sürdürülemez hale getiriyor.  Ekolojik sistemde de, toplumsal sistemlerde de, ekonomik yapılarda da, bunu görüyoruz.  

Bazen bu olumsuz etki ilk anda görülmüyor, ortaya çıkması zaman alıyor. Ama etkileşim mekanizmaları, hep çalışıyor ve sonucu belirliyor. 

Bazen de, büyük sistem açısından küçük olduğunu düşündüğümüz unsurları önemsemiyoruz. Ama bu  küçük unsurlar, çok büyük sonuçlar üretebiliyor.  

Dolayısıyla, sürdürülebilirlik için her şeyden önce, bütünü oluşturan parçalar arasındaki karşılıklı  etkileşimi, bu etkileşimde küçük olduğu düşünülen unsurların bile önemli olduğunu ve etkilerin hemen  ancak zaman içinde ortaya çıkacağını dikkate almamız gerekiyor. Ekonomiye de, topluma da fizik  dünyaya da, böyle yaklaşmak durumundayız.  

 

Değerli konuklar, 

Bu genel değerlendirmeleri, şimdi izninizle ekonomimizin bugününü ve yarınını düşünerek  somutlaştırmaya çalışayım. Bunun için de tekrar Ekonomi Nobel Ödülüne dönelim.  

Daron Acemoğlu, Simon Johnson ve James Robinson yıllardan beri, ülkeler arasındaki gelir farklılıkları üzerine çalışıyorlar. Ekonomi biliminin ortaya çıkışı kadar eski olan bu soruya cevap verirken, ödül  sahipleri toplumsal kurumların önemine işaret ediyorlar. Büyüme için, elverişli koşulların sağlanması  için, toplumsal kurumların kapsayıcı olması gerektiğini vurguluyorlar. Kapsayıcı kurumları  oluşturamayan ülkeler, kapana kısılıp kalıyorlar, zenginleşemiyorlar. Hukukun üstünlüğünü tesis etmek  ve kapsayıcı kurumlar inşa etmek, uzun vadede herkes için faydalı. Nobel web sitesindeki açıklamada  kapsayıcı olmayan kurumların, yönetimdekiler için kısa vade için kazanım sağladığı belirtiliyor. Bu  durumda ülkeler, yoksul halk kesimleri ile zengin elitler arasında sıkışıp kalıyor ve zenginlik tabana  yayılmıyor.  

TÜSİAD olarak, ellinci yılımız anısına yayımlamış olduğumuz Geleceği İnşa adlı raporumuzda da  günümüzde refahın en önemli belirleyicilerinin

1) Nitelikli insan kaynağı  

2) Güvenilir ve kapsayıcı kurum ve kurallar ve 

3) Bilim, teknoloji ve inovasyon  

olduğunun altını çizmiştik.  

Gerçekten de bugünün dünyasına baktığımızda, küresel sistemin içinden geçtiği çoklu tehditler çağında  ülkemizin geleceği, ekonomimizin geleceği ile, ekonomimizin geleceği de bu unsurlarla ilişkili. 

 

Değerli konuklar, 

Dünya jeopolitiğinde önemli kırılmalar yaşanıyor. Küresel sistem hem ekonomide, hem siyasette ciddi  bir basınç altında. Gerek İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenin, gerekse Soğuk Savaş sonrasının koşulları  değişiyor. Ekonomik işbirliğine konu olması gereken teknolojik dönüşüm, iklim, sağlık, ticaret, yatırım  gibi bir çok konu, jeopolitik gerilimlerin parçası haline geldi.  

Geçmiş dönemin ekonomik, finansal, askeri ve siyasi krizlerinin üzerine, günümüzde yeni krizler  eklendi. Dünyanın demografik kriz, ekolojik kriz, iklim değişikliği, mülteci krizi ve teknolojik değişimin  yol açtığı, yaratıcı yıkım süreci ile baş etmesi gerekiyor.  

Konuşmamın başında da belirttiğim gibi, bütün bu alanlar birbiriyle ilişkili ve bu gerilimlerin çözülmesi  zaman alacak, bugünden yarına olmayacak.  

Oluşacak yeni dünya düzenini, belki bugünden öngöremiyoruz. Ama bir şeyi net olarak söyleyebiliriz.  Oluşacak düzen ne olursa olsun, bu yeni düzene ayak uydurabilmek için, yapımızı şimdiden gözden  geçirmek zorundayız. Bunu yaparken de dayanak noktalarımız; 

1) Nitelikli insan kaynağı  

2) Güvenilir ve kapsayıcı kurum ve kurallar ve 

3) Bilim, teknoloji ve inovasyon  

olmalı. 

 

Değerli konuklar, 

Yeni dünya düzenine uyumun en önemli unsurunu hiç kuşkusuz eğitim oluşturacak.  

  • Dünya Ekonomik Forumu’nun “İşlerin Geleceği” raporuna göre, sadece 5 yıl sonra bile,  bambaşka mesleklerden ve becerilerden konuşuyor olacağız. Bugün okula başlayan çocukları,  mezun olduklarında, bambaşka bir dünya bekleyecek.  
  • McKinsey’nin tahminlerine göre, 2030 yılına kadar Avrupa'da 160 milyon çalışanın yapay zeka  ve dijital beceriler konusunda yeniden eğitilmesi gerekecek. Fen-Teknoloji-Mühendislik Matematik yani “STEM” ve sağlık alanındaki mesleklere talebin ise %30’a kadar artması  bekleniyor.  
  • OECD’nin İstihdama Bakış 2024 raporu ise, son 10 yılda en hızlı büyümenin yeşil dönüşüm  odaklı, yeni işlerde olduğunu gösteriyor.  
  • Ayrıca yaşlanan nüfusla beraber, sağlık başta, pek çok alanda iş ve hizmetlerin de dönüşmesi  gerekecek.  

Meslekler değişecekse, işe eğitim sistemini bu değişikliklere uygun bireyler yetiştirecek biçimde  reforme etmekle başlamak gerekiyor.

2003 yılından itibaren katıldığımız OECD PISA araştırması 15 yaş gençlerin fen, matematik ve okuma  becerilerini ölçüyor. İlerleme kaydetsek de, OECD ortalamalarının hala gerisindeyiz. Dünyanın ilk 10  ekonomisinden birisi olacaksak, eğitim sistemimizin kalitesi de, dünyada ilk 10’a girmeli. Bunun için  çabalarımızı artırmalıyız. 

  • Temel eğitimden başlayarak tüm kademelerde çocuklarımıza bilimsel, akılcı ve 21. yüzyıl  becerilerine dayanan bir eğitim sunmalıyız.  
  • Temel becerilerde yetkin, dijital ve teknik becerileri kuvvetli, yabancı dile hâkim ve sosyal  yönden gelişmiş gençler yetiştirmeliyiz. 
  • Gençlerimizin analitik, eleştirel ve disiplinler arası düşünebilmelerini hedeflemeliyiz.  • Eğitim sistemini ezbercilikten uzaklaştırıp meraklı, yaratıcı, girişimci kişiler yetiştirmeye  yönlendirmeliyiz.  
  • Sadece kendi çıkarını düşünen bireyler yerine işbirliğine yatkın, farklılıklara ve doğaya duyarlı  olmaları için çalışmalıyız. 
  • Eğitim ve istihdam arasındaki bağı güçlendirmeliyiz. 
  • Mesleki eğitimi günün koşullarına ve çağın aranan niteliklerine uygun biçimde dönüştürmeliyiz. • Üniversite ile iş dünyası arasındaki karşılıklı etkileşimi sağlamalıyız. 
  • Eğitime ayrılan kaynakları mutlaka artırmalıyız. Tasarruf hedeflerimizi belirlerken en son  düşüneceğimiz kalem eğitim olmalı. 
  • Eğitimde fırsat eşitliğini Cumhuriyetimizin kurulduğu dönemde olduğu gibi, tüm gençlerimize  sağlamalıyız.  

Böyle bir eğitim; demokratik, laik, hukuk devleti olan Türkiye’yi, ekonomik ve sosyal kalkınma ile  küresel rekabet hedeflerine ulaştıracak, en önemli kaldıraç olacaktır. 

Unutmayalım ki nitelikli insan kaynağına ulaşmak, dünyada da Türkiye’de de giderek güçleşiyor.  Dünyada ciddi bir yetenek açığı var. Nitelikli insan kaynağını çekmek için, küresel rekabet hızlanıyor. Ve  biz bu rekabette rakiplerimiz karşısında dezavantajlı konumdayız.  

Gençlerimizi giderek artan oranlarda yurt dışına kaptırıyoruz. TÜİK’e göre yükseköğretim mezunlarının  beyin göçü oranı geçen sene %2’ye kadar yükseldi.  

Biliyorsunuz, Daron Acemoğlu İstanbul’da doğmuş ve üniversiteye kadar burada kalmış birisi. Beyin  göçünün en acı örneklerinden.  

2015 yılında, DNA onarımına ilişkin çalışmaları nedeniyle, Nobel Kimya Ödülü'ne layık görülmüş olan  Aziz Sancar da, yetiştirdiğimiz ama ülkemizde tutamadığımız parlak beyinlerden birisi.  Beyin göçünü engellemek, parlak gençlerimizi ülkede tutmak için kurumları güçlendirmek gerekiyor.  Gençlerimize hayallerini kendi ülkelerinde gerçekleştirebileceği bir iklim yaratmalıyız. 

Öncelikli olarak, hem yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayacak, hem de yargıda etkinliği ve sürati  artıracak kapsamlı bir reforma ihtiyacımız var.  

Hukuki öngörülebilirlik ve mevzuat kalitesini artıracak tedbirleri de hayata geçirilmeliyiz. Kurumlara atama yaparken liyakati artırmalı, fırsat eşitliğini sağlamalıyız.  

Kapsayıcı kurumları güçlendirdikçe bunun olumlu etkisini her alanda gözlemlemeye başlayacağız. 

 

Değerli konuklar, 

Başta yapay zeka olmak üzere, yeni teknolojilerin dönüştürücü etkilerini artık bizler de kendi  yaşamlarımızda deneyimlemeye başladık.  

Nasıl ki bundan önceki dalgalarda yaşanan teknolojik dönüşümler ekonomiden siyasete, şirket yönetim  yaklaşımından yeni ürünlere, enerji biçimlerinden toplumsal yaşama, eğitim sisteminden küresel  dengelere hayatın tüm alanlarını, yeniden düzenlemişse, bu sefer de öyle olacak. 

Teknolojik değişim dalgalarına zamanında uyum sağlayamayan ülkeler, maalesef küresel rekabet  yarışında geri kalıyorlar. Yeni teknolojileri geliştiren ve hızla uyum sağlayan ülkeler, verimliliklerini  artırıyor hem ekonomik olarak ileri gidiyor, hem de küresel sistemde daha güçlü bir konum elde  ediyorlar.  

Ülkemize baktığımızda ise 2001 sonrası ilk on yıl, Türkiye ekonomisinde ciddi bir verimlilik artışı  olmuştu. Bunun tetikleyici faktörü, o dönem yapılan makro reformlarla kurumsal yapılarda elde edilen  güçlenme idi. Daha sonraki on yılda, kurumlarımızı güçlendirmeye devam edemedik.  

Enflasyonla mücadelede ve diğer makro mikro alanlarda reform yapmakta yetersiz kaldık. Ayrıca,  hukuk ve eğitimde geriye bile gittiğimizi söylemek, yanlış olmaz.  

Tüm zamanımızı ve entelektüel enerjimizi rasyonel olmayan politikalarla ve onların sonucu ile  uğraşmaya harcayarak, büyük vakit kaybettik. Bir kez daha, kur faiz enflasyon sarmalına mahkum  olduk. Bunu yaparken global temayı kaçırdık. İhracat süreçlerimiz sekteye uğradı.  

Sadece ihracatta değil, sanayide, tarımda, hizmet sektöründe, bir katma değer yaratamama sorunu  ortaya çıktı. Yüksek teknolojili ürünlerin toplam ihracat içindeki payı son 15 yılda hemen hemen hiçbir  artış göstermeden %3-4 civarına takıldı. *(Vietnam, Kore Örneği) 

Bu süreci tersine çevirmek elimizde. Bunun için, öncelikle yukarıda bahsettiğim eğitim anlayışını hayata  geçirmeli ve kurumları güçlendirmeliyiz.  

İlaveten, ekonomimizi geleceğe taşımak, teknolojik gelişmeyi yakalamak, rekabet gücü yüksek bir  küresel aktör olmak için, Ar-Ge yatırımlarını da artırmalıyız.  

Yüksek teknoloji üretim ekosistemini geliştirecek, küresel rekabetin dinamiklerini dikkate alan, odaklı  Ar-Ge programlarını sürekli bir şekilde güçlendirmeye ihtiyacımız var. 

Bu son teknolojik dalganın önemli bir özelliği de çevre ve enerji politikalarında kapsamlı bir değişimi  içeriyor olması. Daha önceki teknoloji dalgalarının, karbon esaslı enerji kaynaklarına dayalı yapısının  artık sürdürülemez olduğu ortaya çıktı.  

Bugün dijital teknolojilere ve yeşil ekonomiye geçiş ikiz dönüşüm olarak adlandırılıyor. Sürdürülebilirlik  ve yeşil ekonomi kavramları, stratejik olarak giderek daha kilit bir konuma yerleşiyor.  

AB Avrupa Yeşil Mutabakatını hayata geçiriyor. Birleşik Krallık, Çin, ABD, Japonya gibi ülkelerde yeşil  dönüşümü merkeze alan inisiyatifler var. Dünyada birçok ülke, ekonomilerini sürdürülebilirlik  doğrultusunda yeniden şekillendiriyor.

Bizim de bu değişime ayak uydurmamız ve sektörlerimizi sürdürülebilirlik doğrultusunda geliştirmemiz  lazım. Unutmayalım ki, yeşil dönüşüm ve dijital dönüşüm iç içe geçen alanlar. Bir başka ifadeyle, sürdürülebilirlik dijital teknolojileri de etkin bir şekilde kullanmamızı, dijital dönüşümü başarmamızı  gerektiriyor. 

Yeşil dönüşümün bir ayağını da fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılması oluşturuyor. Yeni dönemde hem  enerji verimliliğinin artması, hem de yenilenebilir kaynaklara ağırlık verilmesi kaçınılmaz olacak. Bizler  de evlerimizden, iş yerlerimize, tüm ekonomik yapımızı bu doğrultuda dönüştürmeliyiz.  

 

Değerli konuklar, 

TÜSİAD olarak, toplumsal cinsiyet eşitliğinin ekonomik büyüme, toplumsal kalkınma ve demokrasimizin  temel taşlarından biri olduğunu, her fırsatta vurguluyoruz. Kadınların ve erkeklerin hayatın her alanına  eşit katılımını savunuyor; eşit haklara, fırsatlara ve sorumluluklara sahip olması gerektiğinin altını  kararlılıkla çiziyoruz. Uzun yıllardır bu konuda kapsamlı araştırmalar ve projeler yürütmekteyiz.  

Ülkemizde hepimizin canını çok yakan ciddi bir konumuz var; kadın cinayetleri. 15 gün önce bir  konuşmamda dile getirmek için sayıları kontrol ettiğimde 2024 yılı içinde, cinayete kurban giden kadın  sayısı 292 idi, bugün tekrar baktığımda 323 olmuştu.1Neredeyse 15 gün içinde 31 kadın. Kadına yönelik  şiddet bir insan hakları suçu ve toplumsal cinsiyet eşitliğini engellemekle kalmıyor, bu eşitsizlikten de  besleniyor. Şiddetle mücadelede zafiyet algısı failleri cesaretlendirir. Cezasızlık kültürü pekişir.. Şiddetin  her türüyle taviz vermeksizin mücadele etmemiz gerekiyor. Elimizdeki en güçlü yasal düzenleme olan  6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu”nu tam anlamıyla  uygulamalıyız. Koruyucu, önleyici ve caydırıcı politikalar içeren İstanbul Sözleşmesi’nin şiddetle  mücadelede halen en geçerli uluslararası dayanak olduğunu da hatırlamalıyız.  

TÜSİAD olarak iş dünyasının da ev içi, kamusal alan, ya da iş yeri ayrımı yapmaksızın, kurumsal  mekanizmalarını harekete geçirerek mücadele etmesi gerektiğine inanıyoruz. 2015 yılından itibaren  Sabancı Üniversitesi, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve Sabancı Vakfı işbirliği ile yürütülen “İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı” projesine destek oluyoruz. Projeye şimdiye kadar dahil olan 127 şirketin yanında,  aramıza her sene katılan yeni şirketlerle daha da güçleniyoruz.  

Kadınların her alanda güçlenmesi gerektiğini her platformda tekrarlıyoruz. Birçok toplumsal meselede  olduğu gibi, yönetimde kadın oranının artırılması konusunda da iş dünyasının kurumsal  mekanizmalarıyla harekete geçmesinin dönüştürücü gücüne inanıyoruz. Mart ayında düzenlediğimiz  etkinlikle, üyelerimizden başlayarak tüm iş dünyasını yönetimde kadın temsilinin artırılması için  harekete geçmeye ve verilerini açıklamaya davet ettik. Başta halka açık şirketler olmak üzere, tüm  şirketlerin yönetim kurullarındaki kadın üye oranını 2 yıl içinde %25 ve 5 yıl içerisinde en az %33 oranına  taşıması için çağrıda bulunduk. İşbirlikleriyle konunun takipçisi olacağız. 

 

Değerli konuklar, 

Konuşmamın başında vurguladığım gibi, bugün atacağımız adımların bütün olumlu sonuçlarını hemen  yarın görmeyebiliriz. Ama unutmayalım ki, geleceğimizi bugün atacağımız adımlar şekillendirecek. Bu 

adımlar birbiri ile etkileşim içerisinde, kartopu misali, büyüyerek ve diğerlerinin etkisini büyüterek bizi  daha iyi bir geleceğe taşıyacak. 

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken, beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, verimli bir  toplantı diliyorum.