TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Erkut Yücaoğlu'nun “44. Genel Kurul" Açılış Konuşması

Sayın Divan Başkanım, TÜSİAD’ın Değerli Üyeleri,

Sayın Konuklar, Değerli Medya Mensupları,

 

TÜSİAD’ın 44. Olağan Genel Kurulu’na hoş geldiniz. Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken, zor bir dönemde görevini başarıyla sürdüren Yönetim Kurulumuza ve onu destekleyen TÜSİAD kadrosuna teşekkür etmek istiyorum. Bizler 2013’ün zor bir yıl olacağını hissediyorduk,  işaretler vardı ama böylesine farklı şeyler yaşadığımız bir dönemi hakikaten beklemiyorduk.

 

Değerli Üyeler,

Sizlerle kısa bir durum tespiti yapmak istiyorum. 2001 finansal krizinden çıkış süreci, Türkiye’nin gelişmekte olan ülkeler arasında yükseliş sürecine dönüştü. Bunun nedeni kararlılıkla uygulanan bir dizi ekonomi politikasının, dönemin ardından görev alan hükümetlerce de ana hatlarıyla benimsenmesi ve başarıyla uygulanması idi. Özel sektörün de sahip çıktığı ekonomi politikaları, Türkiye markasının adeta yeniden inşa edilmesine neden oldu.

Bu yeniden inşa sürecinde özel sektör, üretimiyle, yurt içi ve yurt dışı yatırımlarıyla, özelleştirme faaliyetlerine katılımı ile, ve ihracatıyla son derece aktif ve belirleyici bir rol oynadı. Dünya konjonktürünün de yardımıyla Türkiye, hakiki anlamda yabancı sermaye çeken bir ülke oldu.

Ne yazık ki, yoğun bir emek ve yatırımla, elbirliğiyle yeniden yaratılan bu yükseliş geride bıraktığımız 2013 yılında ciddi sarsıntılar geçirdi. İnşa ettiğimiz bu yapının temelleri yerinden oynadı. Geçtiğimiz yıl, Türkiye Markası, belirgin hatalar sonucunda, dört noktada ağır hasar gördü.

Birinci hasarı dış politikada yaşadık. Bölgede liderlik konumu için iddialı bir dış politika söylemi benimseyen Türkiye, “reel politik” gelişmelerine ayak uyduramadı. “Komşularla Sıfır Sorun” diyerek çıkılan yolda, sorun yaşanmayan komşu kalmadı. Bölge ülkeleri ile zaman zaman diplomatik teamüllerin ötesine geçen bir anlaşmazlık içine düşüldü. Seçilen politikalar yüzünden dış dünyada ve dış basında Türkiye, dikkate değer dozda bir eleştiriye muhatap oldu.

 

İkinci hasarı demokrasi ilkesinde yaşadık. Bir ifade özgürlüğü refleksi olan ve barışçıl bir protesto biçiminde başlayan Gezi Parkı olaylarına cevaben verilen aşırı tepki, Türkiye’nin yıllar içinde adım adım geliştirdiği demokrasi algısını değiştirdi. Batı dünyası, yılların değişmez müttefikinin, yani Türkiye’nin, kendisini ağır bir dille suçladığına şahit oldu. Yükselen Türkiye, demokrasi sınavında sınıfta kalmış, yetersiz bir demokrasi paketi açıklayarak ve Yeni Anayasa çalışmalarına son vererek, kurtarma sınavlarını da elinin tersiyle itmişti.

Üçüncü hasar hukuk devleti ilkesinin zedelenmesi ile ortaya çıktı. Bir süredir adil yargılanma süreçlerindeki aksamalar ve uzun tutukluluk süreleri toplum vicdanını rencide ediyordu. Son olarak bir yolsuzluk ve rüşvet soruşturması, yargının ve kolluk gücünün alt üst olmasıyla sonuçlandı. Bir tarafta “devlet içindeki devlet darbe yapıyor”, öbür tarafta “yolsuzlukların üzeri örtülüyor” iddiaları ile hukuk ve adalet sistemimiz güven bunalımına girdi. Yürütme ile yargının karşılıklı çatışma ve tartışmaları, kuvvetler ayrımı ilkesinin de ağır yara almasına yol açtı. Bu tahribat yabancı sermayenin Türkiye’ye bakışını da olumsuz etkiledi.

Dördüncü hasar ekonomiyi ilgilendiriyor. Bu hasar bir bakıma yukarıdaki gelişmelerin neticesinde oluştu. 17 Aralık sonrasında dövizde meydana gelen çok ciddi tırmanış, dövizle borçlanmış olan tüm kurumları bir ay içinde yüzde 20 civarında borç artışıyla karşı karşıya bıraktı. Konuşmamı yazarken yüzde 20 ile başladım, her gün takip edince yüzde 30’a geldik. Bu tırmanış üretim, yatırım, büyüme, işsizlik gibi konularda 2014’e ilişkin tüm hedef ve beklentileri olumsuz etkileyecek bir seviyeye ulaştı. Enflasyon ve tüm faizler artış sürecine girdi.

Kuvvetler ayrımının ve hukuk güvencesinin olmadığı bir ortamda, demokrasiden söz etmemizin mümkün olmadığının altını çizmeme fazlaca bir gerek yok sanırım. Öte yandan, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün güçlü desteği olmaksızın piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının işlerliğini yitireceği, piyasalardaki güven kaybının ekonomiye doğrudan yansıyacağı da yeterince açık biçimde ortada diye düşünüyorum. Buna bir de iç ve dış siyasetteki artan tansiyonu ve riskleri eklersek, ortaya pek parlak bir tablo çıkmıyor.

 

Değerli Üyeler,

Birde dünya konjonktürüne bakarsak maalesef şuanda oda aleyhimize çalışıyor. ABD’nin bono alımını azaltmasıyla, küresel fonların gelişmekte olan ülkelere akışının tersine dönmesi, cari açığı yüksek ülkelerin bundan fazlasıyla etkilenmesi, hepsinin kurlarında bir değer kaybının yaşanması ve faizlerin süratle artması gibi önemli sonuçlar karşımıza çıkıyor. Sizler şu anda yatırım planlarınızı revize ediyor musunuz? Finansman koşulları üzerindeki varsayımları değiştiriyor musunuz? TL varlıklarının ve şirketlerin sağladığı getiri, kur zararlarını karşılıyor mu? İşte yabancı sermayenin “bekle gör” politikası bu suallerin cevabı ile şekilleniyor. Bütün iç ve dış otoriteler 2014 yılında Türkiye’ye fon girişlerinin azalacağını belirtiyorlar.

Türk ekonomisinin en güçlü temeli kamu maliyesidir. Yalnız bir tarafta yaklaşan seçimler yüzünden kamu harcamalarının artma ihtimali, öte tarafta özel sektörün kur kayıpları nedeniyle ciddi zararlar yazmak zorunda kalması ve bunun vergi gelirlerine olumsuz yansıması ihtimali ve devletin artan faiz giderleri, kamu dengesinin de bozulma riskini beraberinde getirir diye endişeyle izliyoruz. Şuan da değil ancak bunlar 2014 yılının belirgin riskleridir.

Bu arada, genel tablonun yanı sıra bir özel konudan da bahsetmek istiyorum.  Son bir olumsuz gelişmenin ise “internet” üzerindeki kısıtlayıcı uygulamaları arttıracak bir tasarının meclis genel kurulu gündemine inmesi olduğunu söylemek istiyorum. Bütün dünyada, özellikle gençlerin, en önemli eğitim ve araştırma kaynağı internet olmuşken, bu kısıtlayıcı kararlar ile internet üzerinden ifade ve düşünce özgürlüğü en çok kısıtlanmış 5-10 ülke arasına girmemiz ihtimali kabul edilemez bir olgudur. Meclisimizin temel hak ve özgürlüklere uygun bir düzenleme yapmasını temenni ediyoruz.

 

Değerli Üyeler,

TÜSİAD yıllardır, bir yandan Türkiyede sürdürülebilir büyümenin ve piyasa ekonomisinin kurallarının yerleşmesini savunurken, diğer yandan demokrasi ve hukukun üstünlüğünün, bu kuralların temeli olacağını ifade etti. Görüşlerimizin ve araştırmalarımızın evrensel demokrasi ve hukuk referanslarına bağlı olması nedeniyle, TÜSİAD’ın bu istikrarlı duruşu hiç değişmedi. Hatırlatmak gerekirse: 1990 yılında Yasalarımız ve Haklarımız adıyla başlıyan yayınlarımız, 1997 yılında Demokratikleşme Perspektifleri raporları (5 adet) ve Yargılama Düzeninde Kalite (1998), daha sonra Demokratikleşme ve Kopenhag Kriterleri üzerine 5 rapor (1998-2002) ile devam etti. 2002-2012 arasında yayınlanan 6 adet raporla toplam 18 rapor yayınlandı ve kamuoyu ile paylaşıldı. Bir başka deyişle, TÜSİAD 25 senedir AB’nin demokrasi referanslarını esas almaktadır. Bunu tarihe bir not olarak düşmek istedim. Bu vesile ile rahmetli Bülent Tanör’ü de anıyoruz. Bugün kendisinin ilham verdiği bir programımızda olacak.

 

Sayın Başkan, Değerli Üyeler,

İçimizi karartan bu tablonun orta ve uzun vadede aydınlık bir geleceğe evrilmesi hususunda hala çok ümitliyiz. Hukuk alanında yaşadığımız karışıklığın giderilmesi için Sayın Cumhurbaşkanı’nın da içinde bulunduğu arayışların umut yaratan bir gelişme olduğunu dile getirmek isteriz. Hiç kuşkusuz, ülkemizin siyasette yaşadığı sorunları, kaybettiğimiz itibarı,  kollektif bir bilinç içinde, evrensel demokratik esasları referans alarak giderebilir, ve ülke markasının yaşadığı tahribatı süratle tamir edebiliriz.

Bu bilinci gösterebilirsek henüz yitirmediğimiz ekonomik gücümüzü yeniden devreye sokabiliriz. Yeniden yatırım cazibemizi sergileyebilir ve piyasalara güven verebiliriz. Türkiye halen genç nüfusu ve güven tazelemek isteyen hane halkı ile güçlü büyüme potansiyeline sahip bir ülke olarak, gelişmekte olan ekonomiler arasında üst sıralarda bulunmaktadır.

 

Değerli Üyeler,

2014 yılının çok önemli bir özelliği var, 2014 yılında mahalli ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yaşayacağız. Bu seçimlerin sağlıklı ve olgun bir biçimde idrak edilmesi, demokrasi yolunda ilerlediğimizin en önemli göstergelerinden biri olacaktır. Buraya düşecek en küçük bir gölge, ülkemizi başka bir lige götürerek, uzun bir süre başka bir ligde oynamamıza sebep olacaktır. Bu vesile ile seçme hakkına sahip tüm genç nüfusumuzun, görüşlerini bir kez de sandıkta dile getirmek için, siyasal ve toplumsal sorumluluk içinde bu demokrasi sınavında yer alması gerektiğini de hatırlatmak isterim.

Sözlerime son verirken, değerli üyelerimizin 2013’ten daha zorlu geçeceğini gördüğümüz 2014 yılında, yönetim kurulumuzdan desteklerini esirgememelerini, ülkenin geleceğini ilgilendiren alanlardaki çalışmalarını güçlendirmelerini rica ediyor,  genel kurulumuzun başarıyla sonuçlanmasını diliyorum.