TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner'in "43. Genel Kurul " Toplantısı Açılış Konuşması

Sayın Başkan, Divan’ın değerli üyeleri, saygıdeğer TÜSİAD üyeleri ve medyanın kıymetli mensupları, 43. Genel Kurulumuza hoş geldiniz.

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı sıfatıyla son kez karşınızda olmaktan dolayı hem mutlu ve heyecanlıyım, hem görevimi tamamlamış olmanın hafifliğini yaşıyorum, hem ister istemez bir nebze hüzünlüyüm.

Öncelikle görevi çok emin ellere teslim ediyor olmanın gönül rahatlığı içindeyim. Kürt meselesinde esen barış rüzgarları, içimde Paris’te işlenen cinayetlerin söndüremeyeceği bir umut ışığının yanmasına yol açıyor. Milletçe 30 yıllık kabusumuzun biteceğine dair emarelerin artmasına seviniyorum. Toplumsal dokumuzu giderek daha derinden kemiren bir sorunun çözümünde sona yaklaştığımız duygusu içimi ısıtıyor. Yöntemlerle ilgili farklı düşünenler olabilir. Çözüme ulaşmakta farklı nedenler benimsemiş olabiliriz. Ama toplumun neredeyse tüm kesimleri artık çözüm diyor. Artık silahlarla değil, birbirimizle konuşalım diyor. Hepimiz – ne olursak olalım – kendimize hangi kimliği uygun görmüş olursak olalım – bu toprakların insanıyız. Bizler ve çocuklarımız barışı ve çözümü hak ediyoruz. Terörün sona erdirilmesi kadar Kürt sorununun çözümüne de odaklanacağımıza dair ümitler besliyorum. Tüm bu duygular ayrılık duygusunu ve ona bağlı hüznümü dengeliyor.

Ayrılık anları zor. İnsanın alıştığından uzaklaşması, kopması, bir dönemin defterini kapatması meşakkatli bir iş. Belki en zoru da insanın çalışma arkadaşlarından ayrılması. Birlikte görev yapmaktan büyük haz aldığım, kendilerinden çok şeyler öğrendiğim, omuz omuza çalışmaktan kıvanç duyduğum Yönetim Kurulu üyelerine bu üç yıl için şükran borçluyum. Onların dayanışması ve siz üyelerimizin desteği sayesindedir ki, en zorlu günlerde bile Çetin Altan’ın unutulmaz deyişiyle ‘enseyi karartmadım’.

Gençlik dönemlerimde bende hayli iz bırakan Özdemir Asaf ‘Muhasebe’ adlı dörtlüğünde şöyle der: Kazandıklarım bitti, yitirdiklerim kaldı/Söylediklerim gitti, dinlediklerim kaldı/Bir bilmek ülkesinin, düşün iline vardım/Öğrettiklerim gitti, öğrendiklerim kaldı.

Ben de size bugün bir nevi muhasebe sunmak istiyorum. Yönetim kurulum ve şahsım adına.

Değerli üyeler,

Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığım üç yıl boyunca Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerine gittim. Önemli toplantılara katıldım. Türkiye’nin ve dünyanın nasıl değiştiğini gözlemleme imkanım oldu. Gittiğim her yerde derneğimizin ilkeleri ve Yönetim Kurulu’nun hedefleri doğrultusunda görüşlerimi açıkladım, tartışmalara katıldım.

Yurt içinde ülkenin dinamizminin, dünyaya açılmasının yarattığı canlılığı ve ışık hızıyla yaşanan dönüşümü gördüm. Türkiye’nin her köşesinde iş dünyasının enerjisini, yaratıcılığını, daha iyi bir gelecek kurma çabalarını izledim. Öğrencilerin özlemlerini, daha iyi bir eğitim, daha yetkin bir üniversite taleplerini paylaştım.

Onlarla konuşurken aydınlanan iç dünyam, artan eğitimde sansür eğilimleri, üniversitelerin bir türlü akademik özerkliğine kavuşamaması, gittikçe artan tutuklu öğrenci sayısı gibi gelişmeler nedeniyle ara ara karardı.

Kadınların, ülkeyi kasıp kavuran kendilerine yönelik şiddet dalgasına rağmen hayata nasıl asıldıklarını, kendileri ve çocukları için daha iyi bir geleceğin mücadelesini nasıl verdiklerini hayranlıkla gözlemledim. Genciyle yaşlısıyla Türkiye’nin dört bucağındaki vatandaşların sevgisini tattım, onlardan güç ve ilham aldım.

Gittiğimiz her yerde Türkiye’nin geleceği için yapılması gerektiğine inandığımız şeyleri anlattık. Sermayeyi asla coğrafi olarak bölmeden, kayıtsız ekonominin kayıtlı olana nasıl haksızlık yaptığını haykırarak Anadolu’da ekonomik vizyonumuzu paylaştık. Ülkenin ortak çıkarı için konuştuğumuzu, esas mücadelenin refah, huzur ve barış mücadelesi olduğunu anlayanların coşkulu desteğini aldık.

Her zaman olduğu gibi Türkiye’yi dünyada önde gelen bir ülke yapma davasını savunduk. Daha zengin, daha özgür, daha adil, daha demokratik, daha şeffaf bir Türkiye için yapılması gerekenleri kamuoyuyla paylaştık. Yeni bir anayasa gerekliliğini hep gündemde tuttuk. Hukukun üstünlüğüne her koşulda, her davada, her fırsatta sahip çıktık.

Adı, konumu, kimliği, geçmişi, kendisine isnat edilen suç ne olursa olsun her vatandaşın, vatandaş sıfatıyla adil yargılanma hakkına sahip olduğunu savunduk. Bugün 2010 referandumunda anayasa değişikliğinde kuvvetler ayrılığı ile ilgili düzenlemelerin yetersiz, hatta isabetsiz olduğunda ısrarcı olduğumuzda bizi eleştirenlerle aynı noktaya geldiğimizi görüyoruz.

Ekonomide doğru olduğuna inandığımız her adıma destek verip, bugünün parlak performansının ardında gizlenen ve 1.lig için aşmamız gereken eşikte çözüm bekleyen yapısal sorunları tartışmaya açtık.

Teknolojik atılımı, yaratıcılığın önemini, enerjide yapılması şart olanları, çevre meselesinin vahametini, iş dünyasının nelere odaklanması gerektiği hakkındaki görüşlerimizi her platforma taşıdık. Ülkenin müreffeh bir geleceğe kavuşmasının en önemli şartı olan yatırım konusunda zirveler düzenledik.

Hepimize kıvanç veren ekonomiyle ilgili göstergelerin, ülkeyi saran dinamizmin ve ileriye yönelik ümit ve hırsın üzerine maalesef işçi ölümlerinin gölgesi çok sık düştü. Toplum olarak insana, bireye verdiğimiz ya da vermediğimiz değerin aynası oldu bu rakamlar.
Günde ortalama üç işçinin ‘kaza’ adı verilen ama çoklukla, Kozlu-Zonguldak’taki son maden faciasının gösterdiği gibi, neredeyse taammüden ölüme gönderildikleri için hayatını kaybetmesinin acısını ve utancını yüreğimizde duyduk.

Hep dile getirdiğimiz birey haklarına, hukukun üstünlüğüne saygı, yöneticilerin hesap vermelerinin esas alınması gibi ilkelerin soyut sayıklamalar olmadığının, bu tür yürek dağlayıcı faciaların engellenmesi için ne kadar somut ve gerekli olduklarının altını çizmeye devam edeceğiz.

Kurum olarak saldırılara da uğradık. Muarızlarımız tarihi çarpıtmaktan kaçınmadılar. Defalarca düzelttiğimiz olgularda bile yanlışı sürdürmeyi içlerine sindirebildiler. Dernek olarak, savunduğumuz ilkeler çerçevesinde veremeyeceğimiz bir hesabımızın bulunmamasının rahatlığıyla hareket ettik.

Ben bazen yakışıksız sataşmalara maruz kaldım. Kadın olmamı bir zaaf gibi görenlerin haksız ve seviyesiz saldırganlıklarından yılmadım. Her yerde doğru bildiklerimi ve inandıklarımı söylemeyi sürdürdüm.

Biz vatandaşlar olarak söz söylemek için izin almamız gerektiğini düşünmedik. Ülkenin meselelerinin bizim üzerimize vazife olduğuna inanarak hareket ettik. Zaten eski başkanlarımızdan birinin bir vesileyle söylediği gibi TÜSİAD ‘kanarya sevenler derneği’ de değildi. Zaman veya zemine göre söylem ve tavır değiştirmeyi düşünmedik ve böyle bir şey hiç yapmadık.

Yurt dışında sayısız toplantıya katıldık. Dünyayı sarsan ekonomik krizin akabinde, bildiğimiz düzenin yıkılmasıyla ortaya çıkan şaşkınlığı, yeni bir düzen kurulması için verilen çabaları izledik. Kore’den Meksika’ya, Dünya Bankası toplantılarından BUSINESSEUROPE tartışmalarına dünya ekonomisinin yönetilmesinde yeni arayışların içinde olduk.

TÜSİAD bu çabalara ciddi katkı sağladı. Türkiye ekonomisinin performansı, kredi notunun yükseltilmesi gibi gelişmeler kadar bu yaptıklarımız da ülkemize duyulan ilgiyi artırdı. Avrupa iş dünyası Türkiye’yi itici bir üslupla AB dışında tutmaya çalışan siyasetçilerinin ufuksuzluğunun ne kadar ağır bir bedeli olduğunu açıkça gördü.

Abartmadan kayda geçirmeliyim ki, Türkiye’yi düşünmek ve anlamak açısından her bakımdan bir referans noktası olduğumuz da geçtiğimiz üç yılda iyice ortaya çıktı. Öncelikle üyelerimizin temsil etiği ekonomik gücün ağırlığı ve önemini herkes gayet iyi kavradı. Ekonomik konularda dar çıkarların peşinde koşmayıp, ortak ekonomik, sosyal ve siyasi çıkarların avukatlığını ve bekçiliğini yaptığımız daha iyi anlaşıldı.

Eğilip bükülmememiz, her koşulda özgür düşünceyi ve duruşu savunmamız biat ve itaat kültürüne değil tartışma ve fikir çoğulculuğuna inanmamızın semeresini gördük. Türkiye’nin nasıl bir geleceğe sahip olacağını kurgularken, itaat kültürü ile özgür düşünce ve özgür ifade kültürü arasındaki mücadelede hangisinin ağır basacağının asıl belirleyici olacağına ben yürekten inanıyorum.

Değerli üyeler,

Tarihimizin gerçekten de hayli kritik bir dönüm noktasındayız. Cumhuriyeti yeniden inşa ediyoruz. Bu inşa çabasının bizi daha demokratik, gerçek anlamıyla laik, hukukun üstünlüğünü, kuvvetler ayrılığını sağlamış bir düzene götürmesini istiyoruz.
Bunu sağlamanın yegane yolu da renkli ve çoğulcu bir tartışma ortamının sürdürülmesinden geçiyor. Göreve gelirken kullanmış olduğum bir deyime dönecek olursam Türkiye açısından mesele ‘demokrasi açığı’nın kapatılmasıdır. Bu açığın kapatılması refahımız, huzurumuz ve istikbalimiz açısından cari açığın kapatılmasından daha az önemli değildir.

TÜSİAD Yönetim kuruluna başkanlık yaptığım bu üç yılın sonunda pek çok bakımdan gidişatı sağlıklı, doğru yerde duran bir Türkiye’de yaşadığımıza inanıyorum. Ancak ne yalan söyleyeyim kendi ayağına dolanacak, kibirin bubi tuzaklı yollarına sürüklenecek bir Türkiye ihtimalinden de kaygı duyuyorum.

Türkiye’nin özgüveni yerinde, dünyaya meydan okumaya hazır, küresel ekonominin zorlu koşullarında dişe diş mücadele eden müteşebbisleri var. Dünyanın dört bucağında aslanın ağzındaki işleri kaparken bulundukları yerlerdeki toplumlarla yakın ilişkiler geliştirebiliyorlar. Son otuz yılda artan bir ivmeyle harekete geçen bu çalışma ve iş yapma enerjisi ülkemizin gücünün önemli bir kaynağıdır.


Bir diğer kaynaksa ülkemizin tarihsel kimliğidir. Bu tarihsel kimlik bir geçmiş öykünmesinin çok ötesinde bir öneme ve değere sahiptir. Türkiye’nin bugünkü kimliği, tarihin akışı içinde bu toprakları yönetenlerin yaptığı tercihlerden soyutlanamaz.

2013 yılında, Türkiye, ekonomisiyle, sosyolojisiyle, siyasetiyle dünyanın odağındaysa, coğrafyasının da etkisiyle etrafındaki gelişmeleri etkileyecek bir konumda bulunuyorsa, bunun arka planında kritik dönemlerde gerçekleştirilen radikal değişikliklere tanıklık etmiş hayli özgün o tarih vardır.

Türkiye’nin bugünkü başarıları son on yılın iyi yönetiminin, istikrarının ve toplumsal enerjiyi dizginlerinden boşaltma başarısının bir sonucudur kuşkusuz. Yine de vurgulamak isterim ki, Türkiye ve onu yönetenler mevcut konumlarını aynı zamanda 3. Selim’e kadar giden bir reform arayışının, Tanzimat ve Islahat fermanlarının, Meşrutiyet dönemlerinin ve Cumhuriyet’in yarattığı, tanımladığı bir çerçeveye borçlular.

Unutmayalım ki 2000’li yılların başında AB adayı bir ülke olarak, bölgeye bir esin kaynağı haline gelmemizi sağlayan çerçeve de budur. Türkiye bu tarih sayesinde ortaya çıkarabildiği, daha ileri noktalara götürmeye çaba sarfettiği sentez arayışları sayesinde dünyada önem taşıyor. Bu nedenle ilgi görüyor. Yöneticilerinin söyledikleri bu nedenle izleniyor, yaptıkları merak ediliyor.

Böylesi bir konumda olmanın gururumuzu okşamaması mümkün değil. Ancak böyle bir konumda olmanın aynı zamanda önümüze sorumlu ve ölçülü davranmak gerekliliğini koyduğunu da kabul etmeliyiz. Bu sorumluluklar, içeride toplumsal mutabakatın ve dayanışmanın derinleştirilmesi ve sağlamlaştırılmasını içerir. Dışarıda ise Türkiye’nin gücünü iyi ölçerek, değerlerini iyi tartarak ve gerçekçilikten uzaklaşmadan politikalar üretmesini gerektirir.

Tarihsel ve toplumsal birikimimizin bunları yapmamıza, hedeflerimizi gerçekleştirmemize ziyadesiyle yeterli olduğuna inanıyorum.

Değerli üyeler,

TÜSİAD Türkiye’nin evrimine kendisi de evrilerek katıldı. Bu dernek neredeyse 42 yıldır üyeleri sayesinde varoldu. Üyelerinin enerjisiyle gelişti. Üyeleri sayesinde etkin, gönüllü ve bağımsız olmayı sürdürebiliyor. Ufku geniş ve hem yerel hem evrensel ölçekte düşünen, bu şekilde topluma ilham verebilecek kurumlar ve iş insanlarından oluşuyoruz.

Az önce yeni Türkiye’den bahsettim. Çabamız bu yeni Türkiye’nin birinci sınıf bir demokrasi, önde gelen bir ekonomik güç, tüm vatandaşlarının kendini zirvelerdeki bir ülkenin vatandaşı olarak hissettiği bir ülke olması için. Bu hedeflere ulaşabilmek amacıyla öncelikle insana yatırım yapmalıyız. Arzuladıklarımızı yapmak, istihdam yaratmak için gerekli ortamın sağlanması hedefinde ısrarcı olmalıyız.

Türkiye’nin rekabetçiliğini sadece ihraç ettiğimiz ürünlerle, ticaret yaptığımız ülkelerin çeşitliliği ile değil, tüm bunların yanında genç nüfusumuzun dünya üzerinde en donanımlı, en nitelikli eğitime sahip, düşünen, üreten, yaratıcı beyinler olarak yetişebilmesine imkan sağlayarak, bunda ısrar ederek pekiştirmeliyiz.


Biliyoruz ve inanıyoruz ki biz ancak insanımızın haklarını, imkanlarını, fırsatlarını, katılımcılığını ve özgürlüğünü katlayarak gelişmiş bir ülke olabiliriz.

Değerli üyeler,

Görev süremin ve konuşmamın sonuna gelmişken ödenmesi zor bazı borçlarımın da listesini çıkarmam gerekiyor.

Başta da söylediğim gibi derin bir uyum içinde çalıştığım Yönetim Kurulu’ndaki arkadaşlarımın desteği bu üç yıldaki sarsıntılara mukavemet edebilmemde en güçlü dayanağımdı. Siz sayın üyelerin uyarıları, önerileri hep yol gösterici oldu. Komisyon çalışmalarındaki özveriniz, en kritik anlarda kendisini gösteren dayanışma ruhunuz göreve daha bir şevkle asılmamı sağladı.

Bir de hepinizin tanıdığı ama kamuoyu açısından adsız kahramanlarımız var. Her Başkan’ın arkasında duran, ona ihtiyaç duyduğu her türlü desteği veren, söylediklerinin olgusal olarak doğru, kurumsal ilkeler açısından uygun, kamuoyu açısından dişe dokunur ve anlamlı olmasını sağlayan.

Başta Genel Sekreterliğimiz olmak üzere, bölüm sorumlularından en taze çalışanına, onlarsız hiç bir şey yapamayacağımız sekreterlerimize kadar tüm TÜSİAD örgütüne Başkanlık dönemimde arkamda durdukları, beni çabalarıyla, sevgileriyle cesaretlendirdikleri için huzurlarınızda şükranlarımı sunmak istiyorum.

Hepinize bu kurumu canlı tuttuğunuz için, burada ve yanımda olduğunuz için, beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyor, her zaman kendilerine yardımcı olmayı görev bileceğim yeni Yönetim Kurulu’nun Başkan ve üyelerine de sonsuz başarılar diliyorum.

Hoşçakalın.