TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Erkut Yücaoğlu'nun 43. Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşması

Sayın Divan Başkanım, TÜSİAD’ın Değerli Üyeleri, Değerli Medya Mensupları,
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı adına hepinizi saygı ile selamlıyorum.

43.Genel Kurul toplantımıza hoş geldiniz. 42 yılı geride bırakan TÜSİAD’ın, bugün 600 değerli üyesi var ve bu üyelerin temsil ettiği firma sayısı da 4000 civarındadır. Bu durumuyla Türk işalemindeki müstesna yerine layık bir çalışma içinde olan TÜSİAD’ın yurt içinde ve yurt dışında birçok faaliyetleri vardır. Bir kere daha saymama izin veriniz. Yurt dışında AB İş Dünyası Konfederasyonu, B-20 platformu, OECD-BIAC ve Institute du Bosphore başta olmak üzere birçok platformda TÜSİAD ülkemizi temsil etmektedir. Kendi Yönetim Kurulu’nda 10 adet komisyon ve 34 adet çalışma grubu vardır. Üyelerimizin yaklaşık %20’si bu komisyonlarda ve çalışma gruplarında görev almaktadır.

Ayrıca bildiğiniz gibi üye kuruluş sayısı aşağı yukarı 10.000’e yaklaşan TURKONFED’de, bölgesel SİAD federasyonlarında, sektörel dernekler federasyonunda, DEİK İş Konseylerinde bizim üyelerimiz çok sorumlu görevler üstlenmişlerdir. İşte bu ortamda, olağan üstü özveri ile çalışan Başkanımız Sn. Ümit Boyner ve Yönetim Kurulu üyeleri bizlere gurur veren bir performans ve duruş gösterdiler, kamuoyu gönlünde çok özel bir yer edindiler. Kendilerine derneğimiz adına şükranlarımızı sunmak istiyorum.

Bu vesileyle Genel Sekreterimiz ve TÜSİAD çalışanlarına da gösterdikleri bütün gayretler için ayrıca teşekkür ediyorum. Bugün TÜSİAD’da bir bayrak değişimi dönemine gelmiş bulunuyoruz. Her yönetimin işi bir öncekinden daha zor olmakta, Derneğimizden beklentilerin çıtası her yıl artmaktadır. Genel Kurulumuzun seçeceği yeni yönetime de bu zorlu süreçte başarılı çalışmalar ve iyi şanslar dilemek istiyorum.

2012 yılı bildiğiniz gibi dünya konjonktürü açısından çeşitli zorluklar içinde geçti. Hatta birçok sorunun çözümü 2013 yılına bırakıldı. AB’deki borç krizi dünyayı bir uçurumun kenarından geçirdi; fakat Avrupa Merkez Bankası en sonunda bol likidite sağlayarak Euro’yu kesin bir kararlılıkla yaşatacağını belirterek bu durumu kurtardı. Yunanistan’ın borçlarının önemli bir kısmı affedildi. İspanya’ya destek verildi ve bütün bunlardan sonra bugün Avrupa sakinleşmiş durumda. Fakat bunun için bir bedel ödendi. Avrupa’da büyüme sıfırlandı. En aşağı birkaç sene devam edecek sıfır büyüme karşılığında Euro bölgesinin dağılması önlenmiş oldu. Ayrıca işsizlik ve toplumsal kemer sıkmanın getirdiği rahatsızlıklar devam ediyor. Seçimler oluyor ve siyasi aktörler değişiyor. Euro bölgesinin sorunlarının nihai çözümünün Almanya’da sonbaharda yapılacak seçimlerden sonra şekilleneceğini zannediyoruz.

ABD bir mali uçurumun yanından döndü. Bu arada bakıyoruz Obama yönetimi Cumhuriyetçilerle vergi uygulamaları konusunda anlaşmış gözüküyor. Ama Şubat sonunda kadar Federal hükümetin hazine borçlanma tavanı ve bu yılın bütçesinden nasıl kısıtlamalar yapılacağı konusunda ise müthiş sert tartışmalar devam ediyor. Henüz bir sonuca bağlanmış değil. Ama genel olarak ABD’de bir daralma olmayacağı sadece büyümenin bir miktar hedeflerin altında kalacağı düşünülüyor. Gelişmekte olan ülkelerde büyüme daha canlı ve hızlı fakat 2008 öncesi seviyelerine daha gelmiş değil. Bu yıl ayrıca Çin ve Uzakdoğu’da büyümenin bir miktar daha hızlanacağı düşünülüyor.

Türkiye 2012’yi biliyorsunuz bu sorunlu gelişmelerden uzakta ve kontrollü bir yumuşak iniş yaparak gerçekleştirdi. Büyüme hızının %2.5-3 olacağını düşünüyoruz. Cari açık, ithalatın duraklaması ve ihracat gelirlerinin artması ile önemli ölçüde geriledi. Türkiye, iç talep artışının sıfır olduğu bir ortamda yeni ihracat pazarlarına açılarak çok önemli bir başarı kazanmış oldu. İhracatın 2012’de 152 milyar dolar gibi bir rekor seviyede oluşacağı hesaplanıyor. Bu arada enflasyon %6’ya düştü, reel faizde sıfıra yaklaştı. Bu ortam aslında üretim artışı ve yatırımlar için son derecede elverişli bir ortam. Bu çerçeveden bakınca Türkiye’deki büyüme hedefinin bugünkü plan hedeflerinden daha yüksek olması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin 2013’te en aşağı  %’de 5 veya %’de 6 gibi bir büyüme hızına rahatlıkla gidebileceğini görüyoruz. Çünkü bakıyoruz özel sektör %8-10 büyüme planlamış vaziyette. Birçok olumlu gelişmeler var, güven endekslerinde, sanayi üretim endekslerinde artışlar var. Bütün bunlar bir canlanmanın zaten öncü göstergeleri.

Yalnız bildiğiniz gibi 2023 hedeflerine erişmek için bizim ortalama olarak %7 büyümemiz gerekiyor. Daha henüz oraya varmak için hangi sağlıklı adımları atmamız gerektiği konusunda tam bir konsensüs sağlayamamış vaziyetteyiz. Tabi ki burada asıl olan katma değer artışı sağlayacak olan yapısal dönüşümleri tamamlamak.

Rekabet gücümüzü arttırmak içinde şanslı bir dönemdeyiz. Para ve maliye politikasındaki güçlü duruşumuz devam ediyor. Özelleştirme gelirlerinin artacağı bir döneme giriyoruz. Burada bu gelirlerin bütçeye kaynak olmasının ötesinde, eğitime, Ar-Ge’ye ve verimlilik sağlayacak altyapı projelerine ayrılmasını, aynı zamanda da sanayimizin rekabet gücüne destek verilmesini bekliyoruz, bunu çok önemli buluyoruz.

Enerji konusunda dünyada büyük yapısal değişimler, dönüşümler var. ABD’nin kaya gazı teknolojisinde yaptığı büyük atılım ile biliyorsunuz doğalgaz fiyatlarını Amerika’da Avrupa’nın beşte birine, Uzakdoğu’nun sekizde birine indi. Bu büyük bir rekabet avantajı ve birçok firmanın fabrikalarını tekrar ABD’ne geri taşımayı düşündüğünü okuyoruz. Avrupa ise 2012’de kömür tüketimi arttı, doğalgaz tüketimi düştü. Yani şöyle bir tablo var. Amerika’da kaya gazından dolayı doğalgaz ucuzlayınca kömürü bıraktılar. Kömür ucuzladı. Bu sefer Avrupa pahalı doğalgaz kullandığı için doğalgaz tüketimini azaltıp kömüre döndü. Bunlar çok önemli değişimler.

Önümüzdeki 10 yılda petrol ve doğalgaz üretiminde ABD’nin dünyada lider olacağı ve net ihracatçı konumuna geçeceği hesaplanıyor. Ayrıca önümüzdeki 20 yıl içerisinde dünya petrol üretim artışının %45’inin Irak’tan çıkacağı söyleniyor. Bu Irak’ın petrol gelirlerinin ciddi bir şekilde artması demek, bizim için büyük bir ihracat potansiyelinin belirmesi anlamına geliyor.

2012’de gerileyen özel sektör yatırımlarının bu sene önemli bir ivme yakalayacağını, iç talebin canlanacağını ve ihracat artışının devam edeceğini ümit ediyoruz. Yalnız bu tablonun netleşmesi ve büyüme hızının %’de 5-6’ya çıkması için aşağıda 4 şartı bir daha tekrarlamak istiyorum:
a)    Cari açık ve %5 enflasyon hedefinin kontrol altında tutulması lazım,
b)    Güçlü mali yapı, bütçe yapısı ve sağlıklı borçlanma yönetiminin devam etmesi lazım,
c)    2014 ve 2015 seçim yıllarına dönük harcamaların orta vadeli plan çerçevesi içinde yürütülmesi lazım,
d)    Katma değer artışı sağlayacak yatırımlara öncelik verilmesi
lazım.
Sadece ekonomik göstergelere bakıldığında veyahut dünya trendlerine bakıldığında Türkiye’nin önünde atılım yapması için ciddi bir fırsat var. Bu doğru. Ama büyük resim bu kadar değil. Riskler var mı? Var. Peki Türkiye bu fırsatı kullanma imkanı bulabilecek mi? Bunu hep beraber göreceğiz.



Değerli Üyeler,
Büyük resimden bahsettim. Büyük resimdeki riskleri iki ana grupta toplamak gerekiyor. Bir tanesi dış politikayla ilgili bir tanesi iç politikayla ilgili. Dış politikada, yanıbaşımızda çok ciddi olaylar oluyor. Irak’ta siyasi dengeler bozulmuş vaziyette, bölünme tehlikesinden bahsediliyor. Suriye’de ne zaman biteceği belli olmayan bir iç savaş devam ediyor. Bu arada İsrail ve İran’ın Ortadoğu bölgesiyle ilgili söylemleri ve aldıkları pozisyonlar son derece sert. Bu gelişmelere baktığımızda birçok açıdan Türkiye’ye karşı hasmane tavırlar ortaya çıkmış vaziyette. İşte risk burada. Türkiye’nin bu hasmane tavırları bir şekilde bertaraf etmesi gerekiyor. Yani dünya kamuoyunda, ağırbaşlı, konsensüs yaratan, çözüm üretme konusunda aktif fakat çatışma ortamından uzak bir profil içinde olması gerekiyor. Yani aktif olacağız, bu riskleri azaltacak bir dış politika ekseninde duracağız.

ABD’de seçimlerden sonra oluşan yönetimin, Türkiye’yi ilgilendiren dış politika konularında ve bölgemizde Türkiye ile daha yakın bir çerçeve içinde çalışmasını mümkün görüyoruz. AB’nde de sanki bir yumuşama var Türkiye’ye karşı. Yeni dönem başkanı İrlanda’nın Türkiye için yeni müzakere başlıklarının açılması konusunda girişimleri olduğunu biliyoruz.

İkinci risk alanı olan iç politikaya dönersek bildiğiniz gibi, bu dönemde, bu günlerde en önemli gelişme 2013’te Kürt sorununun çözümü için başlayan süreç. Bu sürecin çok karmaşık ve çok etaplı olacağını ileri geri etaplı olacağını görüyoruz. Ama çözümün netleşmesi için, çözüm olması için netleşmesi gereken bir yol haritasını bekliyoruz, bunu umutla takip ediyoruz. Terörün bitmesi, demokratik hakların ve uygulamaların yerleşmesi, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve sosyal geleceğine çok büyük katkılar sağlayacaktır.

Bu vesileyle dönüp dolaşıp aynı temel noktaya geliyoruz. Türkiye’de demokrasi standartlarının yükselmesi için yeni anayasa çalışmalarının kapsamlı ve hızlı bir şekilde yürütülmesi gerekiyor. Vatandaşlıktan kültürel haklara, yerel yönetimden ifade özgürlüğüne kadar Avrupa standartlarını esas alan bir yaklaşımın en sağlıklı zemin olduğunu düşünüyoruz.

Ülkemizin dünyanın gelişmiş ülkeleri arasında hak ettiği yeri alması için evrensel değerler üzerine, insan hakları üzerine kurulmuş bir demokrasi, kuvvetler ayrılığı prensiplerini uygulayan bir demokrasi ve şeffaf ve demokratik bir hukuk devleti beklentilerimiz içerisindedir.

Burada sizden izin isteyerek genel panaromadan ayrılıp son okuduğum bir kitabın özünü sizinle paylaşmak istiyorum. Bu kitabı yazan bir Harvard profösörü Stephan Greenblatt. Kitabın adı Swerve, hızlı dönüş demek. M.S. 1400 yıllarında çeşitli saraylarda özel kalem müdürlüğü yapan bir adamın hayatı anlatılıyor.  Dünya klasiklerini gün ışığına çıkarmak için bir hayat boyu uğraşıyor ve ortaya çıkan tablo şu: M.S.50 ile M.S.1400 arasında Avrupa’nın “evrensel değerler”den uzaklaştığını ve kilisenin baskıları içerisinde toplumların Ortaçağ karanlığı dediğimiz karanlığa sürüklendiğini anlatıyor. Yani, 1400 senelik bir zaman dilimi içerisinde önemli bazı dini eserler haricinde,  Avrupa’da çok az sayıda klasik sayılabilecek eser yazılıyor.

Bu dönemde Doğu medeniyetlerinde kapsamlı hukuk, edebiyat ve bilim çalışmaları var. Daha sonra matbaanın keşfi ve bu klasik eserlerin kitap haline gelmesi ve yayılmasının Rönesans’ı tetiklediğini ve hakiki anlamda Avrupa medeniyetlerinin insan hakları ve evrensel değerler1400 yılından sonra tekrar keşfettiğini anlatıyor. Bu beni heyecanlandırdı; çünkü Türkiye’de biz hala dünya klasiği olan bazı kitapların sakıncalı olup olmadığı tartışmalarını yapıyoruz. Halbuki bu medeniyetlerin, Doğu ve Batı medeniyetlerinin yarattığı evrensel doğruları, bunların referans kitaplarını bir şekilde çocuklarımıza okutmalıyız. Onların bu değerleri özümsemesi için önlerini açmalıyız. Üçüncü risk alanı da bu sayın üyeler.

İçinde yaşadığımız dünya konjonktürü, bölgemizdeki kriz ve çatışmalar, ekonomi ve siyaset dünyamızın ihtiyaçları, toplumumuzun güven ve refah beklentileri, başarısızlık ihtimalini telaffuz etmemize dahi izin vermiyor. Bu süreç hepimize büyük sorumluluklar yüklüyor. TÜSİAD’ın bu sorumluluklardan üzerine düşeni hiç tereddüt etmeden, her zaman yerine getireceğini hep beraber biliyoruz.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.