TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner'in “2050’ye Doğru Nüfusbilim ve Yönetim” Projesi Tanıtım Toplantısı Açılış Konuşması - Ankara

Sayın Konuklar, Değerli Basın Mensupları,

TÜSİAD ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu işbirliğiyle “2050’ye Doğru Nüfusbilim ve
Yönetim” araştırma projemiz kapsamında düzenlenen toplantımıza hoş geldiniz.

Hepimizin bildiği gibi Türkiye bir demografik değişim geçiriyor. Nüfusun ne kadarının genç,
ne kadarının çalışma yaşında, ne kadarının yaşlı olduğu ve gelişmelerin ne yöne doğru gittiği,
ekonomiyi ve sosyal politikaları çok yakından ilgilendiriyor.

Bu anlayışla TÜSİAD olarak, 13 yıl önce, “Türkiye’nin Fırsat Penceresi: Demografik
Dönüşüm ve İzdüşümleri” başlıklı bir rapor yayınlamış; 2025 yılına yönelik olarak
demografik geçiş konusunu ele almıştık.

2009 yılında ise, bu kez Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu işbirliğiyle, “2050’ye Doğru
Nüfusbilim ve Yönetim” adlı projeyi başlattık. Proje kapsamında, 2050 yılına yönelik nüfus
projeksiyonlarını içeren bir ana rapor ve bu nüfus projeksiyonlarının eğitim, işgücü, sağlık
ve sosyal güvenliğe etkilerini ele alan dört sektörel rapor hazırlanması planlandı. Ana rapor
ile eğitim raporu 2010 yılı sonunda tanıtıldı. Bugün ise, demografik değişimin işgücü,
sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerine etkilerini, değerli yazarlarımız ve konuşmacılarımızın
katkılarıyla ele alacağız.

Oturumlara geçmeden önce, iki yıl önce yayınladığımız ana rapordaki bulguları hatırlatmak
isterim. Türkiye’de nüfus artış hızı düşerek gelişmiş ülke düzeylerine yaklaşmış durumda.
Bundan sonra nüfus ancak kendini yeniden üreten bir hızla artacak, sabitleşmeye doğru
gidecek. Ana raporda Şeref Hoşgör tarafından yapılan orta düzey projeksiyona göre, 2050
yılında 99.8 milyon nüfusa sahip olmamız bekleniyor. Nüfusun yaş yapısı değişiyor:
Gençlerin toplam nüfus içindeki payı düşüyor. Çalışma çağındaki nüfus yani üretken nüfus
artıyor ve artmaya devam edecek. Yaşlı nüfus da sürekli artıyor. Değişmekte olan demografik
yapı hem fırsatları hem de riskleri beraberinde getiriyor.

Çalışma çağındaki nüfusun yüksek değerlere ulaşması ülkelerin tarihlerinde bir kez oluşan
bir durum ve bu, üretim, kalkınma ve sosyal refah düzeyini artırmak için çok önemli bir
fırsat. Çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı 2020 yılında % 68 ile en
yüksek değerini alacak. 2020’den sonra oransal olarak azalmaya başlasa da sayı olarak 2041
yılına kadar artmaya devam ederek 65 milyona ulaşacak. Yani 65 milyon kişi Türkiye'de
üretken çağda olacak. Bu tarihten sonra ise çalışma çağı nüfusu azalmaya başlayacak ve
böylece “Demografik Fırsat Penceresi” ortadan kalkacak.

Bugünkü toplantımızın konusunu oluşturan işgücü piyasası, sağlık ve sosyal güvenlik
sistemleri, nüfustaki bu gelişmelerden doğrudan etkilenecek.

Demografik Fırsat Penceresinden yararlanma yolunda, “istihdam yaratma” ve “istihdam
edilebilirlik” temel bir mücadele alanı olarak görünüyor. Nispeten genç nüfusumuzun
Türkiye’nin en önemli avantajlarından biri olduğunu sürekli ifade ediyorsak, bu nüfusun
potansiyel gücünden yararlanmamızı sağlayacak düzenlemeleri yapmak zorundayız. Çalışma
çağındaki nüfusumuza nitelikli bir eğitim ortamı ve onları sağlıklı kılabileceğimiz şartları
sağlayamazsak Türkiye’nin önüne koyduğumuz iddialı hedefler gerçekçi değil demektir.
Hedeflere ulaşmak için makroekonomik istikrarın sağlandığı kuvvetli bir ekonomik büyüme
gerekiyor. Kuvvetli ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin temelinde ise üretkenlik artışı ve
yatırımlar yeralıyor. Üretkenlik artışı hedefliyorsak nitelikli bir eğitimle işgücü piyasasında
vasıf uyumunun sağlanması şart. İstihdam artışı için de işgücü piyasasında istihdam dostu
düzenlemeleri gerçekleştirmek gerekiyor. Bu konuda izlenecek tüm politikalarda, şu an
çok düşük düzeyde seyreden kadın istihdamının geliştirilmesine özel bir önem verilmesi
gerektiğini de vurgulamalıyım.

Demografik geçiş süreci boyunca nüfusun yaş profilinde gözlenen değişim ve beklenen
nüfus yaşlanması, sosyal güvenlik sisteminin gelir-gider dengelerini zorlayacak. Bugüne
kadar emeklilik yaşı, prime esas kazançlar, aylıkların hesaplanması gibi temel parametrelerle
ilgili reformlar yapıldı. Ancak ileride doğacak finansman açıklarını kabul edilebilir
seviyede tutmak için, bunların dışında ek politikaların tasarlanması gerekli. Prim gelirleri;
işgücüne katılım oranının %50 civarında kalması ve kayıt dışılığın yaygın olması yüzünden
sınırlanıyor. Bir yandan kadınların çok düşük olan işgücüne katılım oranının yükseltilmesi,
diğer yandan kayıt dışı ile mücadelede ilerleme kaydedilmesi, prim gelirlerini artırmanın
yanında ekonomik ve sosyal gelişmişlik yolunda önemli kazanımları beraberinde getirecektir.

Nüfustaki gelişmelerden etkilenecek bir diğer alan sağlık sistemi. 2050 yılında ülkemizde
65 ve üstü yaş nüfusun payının % 17’ye, sayıca yaklaşık 17 milyona yükselmesi bekleniyor.
Birleşmiş Milletler’e göre, toplam nüfusunun % 15’i yaşlı olan ülkeler, yaşlı nüfus olarak
adlandırılıyor. Türkiye 2040’dan sonra bu kategoriye girecek gibi görünüyor. Sağlık
sistemimizin, yaşlanan nüfus ve bunun getireceği sonuçlarla baş etmesi gerekecek. Ancak
bu süre içinde kadın, anne-çocuk ve ergen nüfusun toplam nüfustaki payı bir miktar azalsa
da sayısı artarak devam edeceğinden, sağlık politikalarında bu grupların önemini aynen
sürdürmesi gerektiği dikkatten kaçmamalı. Sağlıkta nitelikli insan gücü, sağlık altyapısı,
hizmet programları ve sağlık bütçesinin de nüfusbilim verilerine dayalı olarak planlanması
gerekiyor.

Sayın Konuklar,

Nüfusbilimin bizlere gösterdiği yönü iyi okumalıyız. Türkiye, demografik değişimlerin
sunduğu fırsatlardan yararlanabilecek ve 21. yüzyılda her bakımdan gelişmiş bir
ülke konumuna ulaşabilecek mi? Biz, ülkemizin demografik fırsat penceresinden
yararlanmak için gerekli potansiyele sahip olduğuna ve 2050 yılı Türkiye’sinin ekonomik,
demokratik ve sosyal gelişmişlik düzeyinin yüksek olabileceğine inanıyoruz. Ancak
bunu gerçekleştirebilmek için nüfusbilim göstergelerinin hükümetlerin, siyasi partilerin,
üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının gündeminin en üst noktasında olması gerekiyor.

İleriye dönük planları yaparken sayısal gerçekler kadar eğitimde, sağlıkta ve sosyal
güvenlikte nitelikli politikaların neler olduğunu da iyi belirlememiz gerekiyor. Çünkü ülke
olarak koyduğumuz hedeflerin altını doldurmamız ve hayata geçirmemiz, politikalarımızın
nüfusbilim verilerini dikkate alarak planlanmasına bağlı. Unutmamamız gereken en önemli
gerçek de şu: İnsana yatırım yapmayan bir ülkenin ekonomisi sayısal olarak ne kadar büyürse
büyüsün, birinci ligde gelişmiş bir ülke olmasına imkan yoktur.

Bu çerçevede, araştırma projemizle ortaya konan raporların, karar alıcı mercilere destek
olmasını ümit ediyoruz. Sözlerime son vermeden önce, işbirliği için Birleşmiş Milletler Nüfus
Fonu’na; 2010 yılından itibaren yayınlanan beş raporumuzun değerli yazarlarına ve bu uzun
soluklu projenin gerçekleşmesinde emeği geçen TÜSİAD ve UNFPA ekiplerine teşekkür
ediyorum.