TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Muharrem Yılmaz'ın DASİFED Açılış Töreni ve Hatay Ziyareti Konuşması

Değerli Başkanlar, SİAD’ların Değerli Temsilcileri, Kıymetli Katılımcılar ve Saygıdeğer Basın Mensupları,

Hatay’da sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Evsahibimiz HataySİAD ve saygıdeğer başkanına da buradan teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Değerli Katılımcılar,

Biz TÜSİAD olarak, sivil toplum kuruluşlarının katılımcı demokrasi ve iyi yönetişim açısından oynadıkları role olan inancımızla, aynı zamanda, bir bölgenin kalkınma ve ekonomi politikaları açısından en fazla söz söyleyecek, katkı sağlayacak kesimin, bölge iş dünyası olduğunu düşündüğümüz için, yerel düzeyde, TÜRKONFED’e uzun yıllardır destek veriyoruz.

Kalkınma politikalarının temelinde, üyelik hedefimiz bulunan Avrupa Birliği’nin kalkınma politikalarının da temellerinden birini oluşturan “bölgelerin kalkınması” politikalarının çok önemli rol oynadığına inanıyoruz.

Biraz önce Adana’da Sayın Kalkınma Bakanımız Cevdet Yılmaz ve 26 Kalkınma Ajansının Genel Sekreterleri ile beraberdik.

Orada da ifade ettiğimiz bir hususu tekrarlamak istiyorum. Kamu bu alanda, 26 Kalkınma Ajansını kurarak, bölgesel politikaların belirlenmesinde, bölgesel paydaşların katılımına zemin oluşturacak bir platformun temelini attı.

Ajanslar her zaman söylediğimiz gibi, kamu ağırlıklı yapıları nedeniyle henüz istediğimiz sivil yapıda değil. Ancak, Ajanslar deneyim kazandıkça, bölgeler de bu Ajansları benimsedikçe, yine bölgelerde yaşayan kişilerin, kendi bölgelerinin geleceği hakkında söz sahibi oldukları bilinci arttıkça ve bu yönde örgütlenerek gerekli hazırlığı sağladıklarında, kamunun da yavaş yavaş kendini geri çekeceğine inanıyoruz.

Tabii, Ajansların deneyim kazanırken kamu ağırlıklı bir bakış açısı üzerinden kurumsallaşma ve alışkanlık geliştirmemelerini de önemli görüyoruz. Çünkü genelde kurumsal alışkanlıkları değiştirmek maalesef çok kolay olmuyor. O sebeple en başından itibaren, bakış açısı ve yaklaşım olarak özel sektör ve katılımcı sivil toplum yaklaşımına daha yakın birer yapıları hayal ettiğimizi belirtmek istiyorum.

Kalkınma Ajanslarına verdiğimiz önem ve her fırsatta dile getirmemizde, bölgesel politikaların oluşturulmasında katılımcılık, öngörülebilirlik ve saydamlığın hayata geçirilmesinin, bölgelerin çok daha hızlı kalkınmasına, gelişmesine yol açacağına olan inancımız yatıyor.

Yerel düzeyde bu katılımcılığı, şeffaflığı, hesap verilebilirliği sağlayabilirsek, bunun ulusal boyuttaki yansıması da daha hızlı ve daha güçlü olabilecektir.

TÜRKONFED ile yürüttüğümüz, bölgesel federasyonların Kalkınma Ajansları bölgeleri ile uyumlu hale getirilmesi projesinin temelinde de, bölgesel federasyonların, bölgesel kalkınma politikalarının oluşturulduğu Ajans bölgelerine odaklanmaları ve bu katılımcılık sürecinde çok daha etkin olmaları yatmaktadır.

Bölge iş insanları, SİAD’lar ve bölgesel federasyonlar altında örgütlendikçe bu sürece sahip çıkılması, müdahil olunması da daha kolay olacaktır.

İşte, bugün burada kuruluşunu kutladığımız DASİFED’in, yani Hatay, Osmaniye ve Kahramanmaraş illerinden oluşan TR63 bölgesinin bağımsız ve gönüllü iş dünyası temsil örgütlerinin oluşturduğu, Doğu Akdeniz Sanayici ve İşadamları Dernekleri Federasyonu’nun bu manada çok önemli bir rolü olduğunu düşünüyoruz.

TÜSİAD olarak, TÜRKONFED’in altındaki diğer bölgesel federasyonlara olduğu gibi, DASİFED’e de üyelik başvurumuzu en kısa zamanda yapacağız.

Bölgelerin ekonomik sorunları, öncelikleri, küresel gelişmelerin etkileri bölgeden bölgeye önemli farklılıklar gösterebiliyor. Bugün içinden geçtiğimiz süreçte de bunu en açık şekilde görebiliyoruz. Suriye’de ve bölgede yaşananların, özellikle sınır illerine, ekonomik ve sosyal anlamdaki etkisi elbette ülkemizin diğer bölgeleri ile mukayese edilemez noktadadır.

Bölgeyi temsil eden bir iş dünyası temsil örgütü olan DASİFED’in, bu sorunların yüksek sesle dile getirilmesi ve çözüm önerilerinin üretilmesi için önemli bir platform oluşturduğunu düşünüyor ve dikkatle dinlenmesi gerektiğine inanıyorum.

Değerli Katılımcılar,

Dünya son on yıl içinde çok önemli değişimlere sahne oldu. Bunlarında başında, içinde yaşamaya devam ettiğimiz küresel ekonomik kriz gelmekte.

Yaşamakta olduğumuz küresel ekonomik krizin, dünya ekonomisinin dönemsel iniş-çıkışlarından çok daha karmaşık ve derinlikli bir süreç olduğunu kabul etmek durumundayız. Temel iktisat öğretisinin bile büyük sarsıntı geçirdiği bir süreçte, neredeyse gelenekselleşmiş makroekonomik refleksler, para politikasının rolü, kamu maliyesindeki disiplin anlayışı, devletin denetleme ve düzenleyici rolü gibi bir seri temel önemli politika alanı dahi ciddi tehlike altındadır.

Üstelik bu politika alanlarıyla henüz tanışma evresinde bulunan, kurallı ekonomiye ve makroekonomik istikrara yönelmiş, gelişen piyasa ekonomileri için durum daha da kritik durumdadır.

Bu çerçevede Türkiye ekonomisini değerlendirirsek, Türkiye ekonomisinin görece daha kontrollü bir evrede olduğunu ve bu durumu 2000’li yıllarda elde ettiğimiz kurallara dayalı makroekonomik çerçeve ve bunun sağladığı istikrarlı büyüme dönemine borçlu olduğumuzu belirtmek isterim.

Türkiye ekonomisi 2000’li yıllarda makroekonomik uyum programları yoluyla elde ettiği istikrarlı büyüme ve AB uyumu sürecinde edindiği yapısal reform derinliği sayesinde hem batısından hem de doğusundan daha avantajlı bir orta vadeli görünüme sahiptir.

Batısındaki gelişmiş ülke ekonomilerinden çok daha yüksek büyüme potansiyeli taşıyan bir iç talep dinamiğine sahipken, gelişen piyasa ekonomilerinden daha kontrollü bir ekonomik evrede bulunmakta ve bu ekonomilere nazaran daha tedbirli bir politika duruşu sergilemektedir.

Bulunduğumuz aşamanın, Türkiye açısından en önemli boyutu Türkiye’nin 2000’li yıllarda elde ettiği momentumu korumasıdır.

Yani bir yandan yüksek büyümeyi sağlayacağız ki bu sosyal dengelerimiz için, bölgesel kalkınma farklarını azaltmak için şarttır, diğer yandan bu büyümeyi ithalat bağımlılığımızı azaltarak, enerji maliyetleri azaltarak, dolaylı vergilerin yükünü azaltarak ve AB uyumunu güçlendirerek gerçekleştireceğiz.

Bunu yaptık, yine yapabilecek potansiyelimiz var; bizim dışımızda oluşan, sorumluluğumuz olmayan küresel dalgalanmadan en az etkilenerek büyümeyi sürdürmeliyiz. 2000’li yıllarda ortalama yıllık reel yüzde 20 yatırım artışı sağlayarak büyümenin motoru olan Türk iş dünyası olarak ben bu inanca sahibim.

Önümüzde iş dünyası temsilcileri olarak katkı sağladığımız iki önemli belge var: Sanayi Strateji Belgesi ve GİTES (Girdi Tedarik Stratejisi). Bu iki birbirini tamamlayan yol haritası büyük ölçüde mikro tedbirler anlamında orta dönemli yol haritasını sağlıklı bir şekilde çizmektedir. Beklentimiz bu yol haritasının harfiyen uygulanmasıdır.

Bu iki belge, ekonomiyi ısıtmadan yüksek büyümeyi sağlayacak yeterli koşul ve politika önerisine sahiptir. Yeter ki diyalog ortamını zayıflatmayalım, kısa vadeli siyasi dalgalanmaların gündemi kaplayıp reform hevesimizi tüketmesine müsaade etmeyelim.

Elbette, ekonomi, politika, siyasi gelişmeler, dış politika, uluslararası ilişkiler gibi birçok alanla, yoğun etkileşim içerisindedir. Özellikle, konuya son dönemde, Hatay başta olmak üzere, bölgemizdeki gelişmeler açısından baktığımızda, bu etkileşimin olumsuz yansımalarını açıkça görmekteyiz.

Şüphesiz ki, bölgedeki sorunların, ticaretten turizme,  finanstan sınır ticaretine kadar birçok konuda olumsuz etkileri ortaya çıkmıştır ve bu olumsuzlukların boyutu sorunun uzaması ve derinleşmesiyle daha da artmaktadır.

Ancak, orta ve uzun vadede şu değerlendirmemi de sizinle paylaşmayı arzuluyorum. Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı’nın “2010-2013 Bölgesel Kalkınma Planı” incelendiğinde TR63 Düzey 2 Bölgesinin stratejik konumu nedeniyle tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli ticaret yollarının merkezinde yer aldığı belirtilmekte ve tarihi bir birikim olarak günümüze kadar uzanan ticari potansiyelin günümüzde de önemini koruduğu ve Bölgenin ekonomik hayatında, hem Türkiye’nin Orta Doğu ticareti, hem de Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizin Batı Bölgelerimizle olan ticaretinin önemli bir yer işgal ettiği belirtilmektedir.

Bu anlamda, sorunun çözümü için, Bölgesel Kalkınma Ajanslarımızın ve DASİFED’in tespit ve önerilerinin dikkatli ve detaylı şekilde ivedilikle ele alınmasının büyük önem taşıdığını düşünüyorum.

Şüphesiz, çok hızlı bir şekilde bölgenin tüm ekonomik hayatını olumsuz etkileyen ve HASİAD Başkanı Sayın Gülay Gül’ün basında sık sık dile getirdiği, “ Hatay tarihinin en büyük krizi” olarak nitelediği gelişmelerle ilgili olarak bölge iş dünyasının sıkıntılarının kısa vadede giderilmesi gerektiği aşikârdır. Ancak, Suriye’deki iç savaş ve iki ülke arasındaki krizin hızlı bir şekilde normale dönmeme perspektifini de göz önünde bulundurarak, bu olasılığa göre planlama ve programlama faaliyetlerinin yürütülmesinin gerektiği görüşündeyim.

Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı’nın bu tespitlerinden hareketle, bölgenin kendi ekonomik potansiyelini ve İskenderun Limanı’nı daha etkin kullanarak, Doğu/Güneydoğu-Batı Ticaret Hattı, Türkiye’nin iç pazarı ve AB pazarına yönelme konusunda arayışlara girmesinin uygun olacağını düşünüyorum.

Ayrıca, bölgedeki kalkınma ajanslarının, koordinasyon içerisinde, ileriye yönelik alternatif senaryolar içeren risk analizi ve stratejik plan çalışmaları yapma gayreti içerisinde olduğunu biliyoruz. İş dünyası olarak bu tür çalışmaları teşvik etmeli ve desteklemeliyiz.

Bölgedeki ekonomik faaliyetteki düşüşün desteklenmesi açısından, Amik Ovası’nı sulama amaçlı “Reyhanlı Barajı” inşaatı, Amanos dağlarını aşarak Hatay bölgesini uluslararası bir lojistik üs haline getirmeyi amaçlayan tünel – otoyol sistemi ve bölgede turizmin gelişmesine katkıda bulunacak Arsus - İskenderun yolu gibi, bazı kamu yatırımlarına da hız kazandırılmasının faydalı olacağını düşünüyoruz.

Gene de, iyimserliğimizi elden bırakmadan, sınırlarımızda yaşanan gerginliğin istikrara kavuşacağını, bölgede barışın tesis edileceğini ve Türkiye’nin de dış politikasıyla bu sürece katkıda bulunabileceği beklentimizden vazgeçmeyelim.

Bu duygu ve düşüncelerle, şahsım ve TÜSİAD Yönetim Kurulu adına hepinize teşekkürlerimi ve esenlik dileklerimi sunuyor, başarılarınızın devamını diliyorum.