TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner'in 20. Ulusal Kalite Kongresi Açılış Konuşması

 

20. Ulusal Kalite Kongresinin açılışında, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
 
Dile kolay, tam yirmi yıl aralıksız süren bu etkinliğe destek vermekten TÜSİAD olarak övünç duyuyoruz. Kalite kongreleri her yıl gündeme getirdiği temalarla yurt içinden ve yurt dışından konuşmacıları bir araya getirdi. Bu platformda bir araya gelen “farklı” bakış açıları, katılımcılara yepyeni perspektifler sundu, yeni ufuklara doğru önümüze yollar açtı… Bu nedenle, bu yıl için seçilen “fark yaratma” temasının, Kalite Kongresi’nin işlevi açısından da çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. 
 
Küresel rekabetin yoğun olduğu bir dünyada ayakta kalabilmek, sürekli olabilmek için yenilik/inovasyon yapmanın önemini giderek daha çok vurgular olduk. Şirketlerin ve ülkelerin, inovatif ürün ve hizmetlerle rekabet yarışında bir adım öne geçmesi için makro ve mikro planda gereken reformlar da artık daha çok gündeme geliyor. Ben de bunlara birazdan değineceğim, ama öncesinde, bireyden başlayarak, düşünce yapımızın farklılaştırılmasının öneminden bahsetmek istiyorum.
 
Belli bir yaşa kadar örgün eğitimde, daha sonra tüm yaşamımız boyunca, birçok şey öğreniyoruz. Bize öğretilenler aynı veya benzer nitelikte olabilir ancak aramızdaki farkı yaratan şey, öğrendiklerimizi tek tek fertler olarak yaşama nasıl yansıttığımızla alakalıdır. Düşünce biçimini fark yaratma üzerine kuran biriyle, mevcut düzeni belki biraz iyileştirerek sürdürme eğiliminde olan birinin yaşamlarımızda yaratacağı fark elbette aynı olmayacaktır. 
 
Yeni, yepyeni fikirlere ulaşmak için bazen tüm bildiklerimizi unutmamız gerekebilir. Yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı sürekli sorgulamamız ve alıştığımız düzenlere meydan okumamız gerekebilir. “Daha iyiyi” hedefleyen hiçbir girişim, rekabetin bu kadar keskin ve rakiplerin bu kadar güçlü olduğu bir ortamda gerçek anlamda fark yaratmaz. Daha iyiyi hedeflemek önce bazı avantajlar getirse de kısa bir süre sonra diğerlerinden pek farkımız kalmadığını görürüz. Herkesin sadece daha iyinin peşinde olduğu bir rekabette, sıradanlıktan sıyrılmak da pek mümkün olmayacaktır. Farklı olanın biraz da sıra dışı olduğunu hatırdan çıkarmamalı. Bunun için, herkesin baktığı bir yerde farklı bir şeyler görebilmek, hayal edebilmek ve hayal ettiğimizi gerçek kılmak için bıkmadan uğraş vermek gerekiyor.
 
Hepimizin izlediği gibi, dünya ekonomisi çok zor bir dönemden geçiyor. Dünya ekonomisinin yeterince büyüyemediği ve bu daralmanın yükünün gelişmekte olan piyasa ekonomilerine kaydığı bir yapıda rekabetin daha da yoğunlaşması kaçınılmaz. 
 
Özellikle son on yılda, dünya işbölümündeki değişim, dünya üretiminin büyük bir bölümünü, işgücü faktörü açısından bolluk içinde olan sanayileşme yolundaki ülkelerin oluşturduğu küresel bir üretim ağına kaydırmış durumda. İster küresel üretim ağının bir üretim noktası olmayı tercih edelim, ister daha yüksek bir hedef koyarak bu ağı yönetenler arasına katılmayı planlayalım, rekabet gücü için öncelikle sanayileşmeyi ve küresel değer zincirinde daha yüksek seviyeleri hedefleyen reformlara ihtiyacımız var. Çünkü bu yoğun rekabet içinde “fark yaratmak”, hem şirketler hem de ülkeler için çok temel bir mücadele alanı. 
 
Mali disiplin, yatırım ortamı iyileştirmeleri, vergi mevzuatı, kayıt dışılıkla mücadele, girişimcilik, enerji piyasası ve işgücü piyasası düzenlemeleri gibi mikro reformların yanında bilim, teknoloji ve inovasyonda üstünlük sağlamak rekabette en belirleyici faktörler. Bilim ve teknolojiyi ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürmek için inovasyon yetkinliğimizin gelişmesini öncelikli bir konu olarak görüyoruz. İnovasyon da, girişimcilik de, yeni fikirlere açık, risk almayı teşvik eden, risk yönetimi için araştırmadan uygulamaya geçişi mümkün kılan ortamlarda var olabiliyor. İnovasyonda yetkinleşmek rekabet gücü artışı ile beraber ekonomik büyümeye de katkıda bulunuyor. Bu ortamı oluşturabilmek için kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları olarak birlikte çalışabilmeliyiz.
 
Toplam ihracat içindeki orta ve ileri teknolojili ürünlerin payının artırılması ve geleneksel sektörlerimizde daha yüksek katma değerli bir yapıya geçilmesi, yakın zamanda açıklanan Türkiye sanayi stratejisinin temel hedefi olarak vurgulanıyor. Gerçekten de ihracat yapımızı sıradanlıktan kurtarmamız gerekiyor. Yapılan araştırmalar ışığında biliyoruz ki, ülkeler geliştikçe ülkedeki becerilerin çeşitliliği ve karmaşıklığı artar, becerilerin karmaşıklığı arttıkça üretilen ürünler de çeşitlenir ve daha karmaşık hale gelir. Ülkemizin ihracat yapısının, “ender” ve “karmaşık becerileri yansıtan” ürünlere doğru evrilmesini sağlamak durumundayız.
 
Ar-Ge’ye ayrılan kaynaklar son yıllarda artmakla birlikte Ar-Ge’nin ticari getirisi yani bir anlamda inovasyon bakımından hala gelişmiş ülkelerden çok gerideyiz. Radikal yenilikler yaratabilecek Ar-Ge yatırımlarının, geri dönüşü uzun vadeli olan ve risk taşıyan yatırımlar olduğu malumdur. Artık küresel pazarda rekabet edebilecek ürünleri geliştirebilmek için gereken teknoloji ve inovasyon faaliyetleri, firmaların tek başına, salt kendi imkanlarıyla yönetebilecekleri bir seviyenin ötesine geçmiş durumda. Gerek uluslararası platformda, gerekse yurtiçinde bilgi ve risk paylaşımını mümkün kılacak ortaklıklar üzerine yoğunlaşmalı, ‘açık inovasyon’ kavramını daha etkili bir şekilde kullanmalıyız. 
 
Tabii tüm bu konular, çok daha önemli ve uzun vadeli bir meseleyi gölgede bırakmamalıdır. O da insan sermayemizi geliştirme hedefimizdir. İnsan sermayemizi dünya ekonomileriyle rekabet edebilecek niteliğe yükseltmeden hiçbir ülkenin fark yaratması veya yarattığı farkı sürdürebilmesi mümkün değildir. Yüksek bir refah düzeyine ulaşabilmek, bunu sürdürebilir kılmak ve küresel düzeyde çeşitli alanlarda rekabet edebilmek, ancak eğitimin öncelikli bir alan haline gelmesiyle mümkün olabilecektir. 
 
Fark yaratmak için, bireyleri eşit katma değerli paydaşlar haline getirecek fırsatları yaratmamız gerekiyor. Bu bağlamda, kadınların toplum ve ekonomideki rolünün güçlendirilmesi büyük önem taşıyor. Sürdürülebilir büyüme ve toplumsal refah için, kadınların hem profesyonel çalışan hem de girişimci olarak ekonomik yaşama katılımını, kalkınmanın yaşamsal bir unsuru olarak görmeliyiz. 
 
2050 yılını esas alırsak, önümüzdeki 40 yıla bakınca, dünyanın çok daha yüksek bir etkileşim içinde olacağı, büyüme ve refah arayışlarının süratle artacağı, ancak aynı zamanda bu sürecin 'sürdürülebilirliği' konusunun da tartışmanın merkezinde yer alacağını söyleyebiliriz. Zira, dünyada üretim ve tüketim alışkanlıkları olağan seyrinde gittiği takdirde, 2050 yılında şu anki refah seviyemizi korumak için 2.3 dünyaya ihtiyacımız olacak! Yadsınamayacak bir gerçek var ki büyümeyi ve kalkınmayı sürdürülebilir kılmak 21. yüzyıl iş dünyasının en kritik konularının başında yer alıyor. Bugün vereceğimiz kararlar ile var olan kaynaklarımızı en iyi şekilde değerlendirebilir, kaynak kullanmadaki bilinç, sorumluluk ve verimliliğimizi artırarak, gelecek nesillerin umutlarına ve yaşam standartlarına sahip çıkabiliriz. 
 
TÜSİAD olarak, KalDer ile birlikte, Türk sanayisinin rekabet gücünü artıracak ve bu gücü sürdürülebilir kılacak bir çalışmanın temelini atmış olmaktan mutluluk duyuyoruz. Dünya ile rekabette çok önemli bir avantaj şansı yakaladığımız bir dönemdeyiz ve bu fırsatı büyük bir başarıya dönüştürebilir, fark yaratabiliriz. Bu yolda pek çok konunun tartışılmasına vesile olacak bu seneki Kongrenin de verimli geçmesini diliyorum.