"Sürdürülebilir bir Geleceği İnşa Etmemiz Gerek"

05 Ağu 2022
"Sürdürülebilir bir Geleceği İnşa Etmemiz Gerek"

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan Fortune Dergisi’yle bir söyleşi gerçekleştirdi.

Söyleşide şu görüşlere yer verildi:

"TÜSİAD olarak ekonomik olarak gelişmiş, uluslararası alanda diplomasi ve iş birliğiyle rol model olan, toplumda hiçbir kesimi kalkınma sürecinde geride bırakmayan, adil ve çevreci bir Türkiye hayalini benimsiyoruz" diyen TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, ekonomik koşulların iyileştirilmesinden özgürlük alanlarının genişlemesine, hukukun üstünlüğünden eğitime, toplumsal cinsiyet eşitliğinden iklim krizine duyarlılığa kadar sürdürülebilirlik ilkesiyle pek çok alanda gençlerin geleceklerini bu ülkede inşa edecekleri bir ortamın hayata geçirilmesinin önemini vurguluyor.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, Fortune Türkiye'ye verdiği özel röportajda son dönemde ülkede yaşanan ekonomik gelişmeler ışığında üzerinde durulması gereken en önemli konunun, bilim ve teknolojiyi esas almak olduğuna dikkat çekiyor. Turan, siyasal, ekonomik, toplumsal kurumların ve kuralların niteliği yetersiz olduğunda hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, ekonomik istikrarı, toplumsal gelişmeyi temin etmenin imkansız olacağının altını çiziyor.

İş dünyası olası resesyon için ne gibi önlemler alıyor? Küresel ve yerel bir resesyon ülkeleri nasıl etkileyecek? Türkiye'ye etkileri ne olur?

Burada bölgesel bir değerlendirme yapmakta fayda olabilir. Örneğin ABD'de yaşanması muhtemel bir resesyon tüm global ekonomiyi aşağı çeker. Türkiye'de de emsallerine benzer bir yavaşlama görürüz. Öte yandan, Avrupa'da yaşanacak olan bir resesyonun Türkiye'nin büyümesini ihracat kanalı ile etkileme potansiyeli daha yüksektir. Dolayısıyla ülke ekonomimiz üzerindeki etkisini daha çok hissedebiliriz. Bu riskin de oldukça yüksek olduğunu söylemeliyim. Takip ettiğimiz diğer bir bölge ise Çin. Benzer şekilde Çin'de yaşanacak ani yavaşlamalar tüm global ticareti etkiliyor fakat bu bir yandan da emtia talebini düşürüp, emtia fiyatlarındaki artışı önlemekte, bu da aslında Türkiye'nin emtia fiyatlarından kaynaklanan maliyetlerini düşürme potansiyeli taşır.

Asgari ücret artışı sonrasında istihdamda ne gibi değişimler bekliyorsunuz. Önümüzdeki dönemde şirketler istihdam konusunda yaşayacakları sıkıntıları nasıl aşacak?

Geçen yıl özel sektörde pek çok şirket çalışanlarını enflasyondan korumak için inisiyatif aldı. Sene başında asgari ücrete yüksek oranlı zam uygulandı, buna rağmen alım gücünün düştüğüne şahit olduk. Çalışanları enflasyona ezdirmemek gerektiğini daha önce de dile getirmiştik. Yıl ortası asgari ücrette yeniden bir ayarlama yapıldı. Öte yandan doğru iktisadi adımları atamadığımızda, ücretlerde ayarlama yapmanın maalesef toplumsal refaha yeterli katkı sağlayamadığını da görüyoruz. Bu genel bakış çerçevesinde, istihdam tarafında sadece asgari ücretten kaynaklanan bir değişim beklemeyiz. İstihdamın uzun vadede ücretler dışında da pek çok bileşeni, belirleyicisi var. Nitelikli iş gücü ve iş ortamı, eğitimin katkısı, teknolojideki gelişmeler, kayıt dışı ile mücadele, ekonominin içinden geçtiği yatırım süreci gibi önemli bulduğumuz faktörler var. Hepsinden önemlisi istihdam artışı için ekonominin öngörülebilir bir süreçten geçiyor olması lazım ki yatırım olsun, üretim olsun, işgücüne arzu ettiğimiz düzeyde talep olsun. Bu saydığımız faktörlerde sıkıntılar yaşıyoruz, asıl çözülmesi gereken alanların bunlar olduğunu düşünüyorum. İşgücü piyasasını sadece asgari ücret üzerinden tartışmak eksik bir analiz olur.

Euro/ Dolar paritesindeki düşüş ihracat gelirleri ile beslenen Türkiye'yi nasıl etkileyecek? En büyük etkisi hangi sektörlerde görülür?

İhracat gelirimizin önemli kısmı euro, ithalatımız ve maliyetlerimiz ise çoğunlukla dolar bazında. Dolayısıyla paritedeki her aşağı yönlü hareket ihracatçımız açısından dezavantaj. Buradaki maliyet artışını, yılbaşından bu yana ithalatımız yıllık yüzde 40 artarken ihracat artışımızın yıllık yüzde 20 ile sınırlı kalmasından da anlayabiliriz. Oysa miktarsal olarak ihracatımız arttığı ve ithalatımız yine miktarsal artmadığı halde az evvel bahsettiğim rakamlar maliyeti ortaya koymakta. Elbette Avrupa'ya en çok ihracatı yapan otomotiv, tekstil, hazır giyim gibi sektörler bu durumdan çok etkilenmekte. Öte yandan dış ticaretimizi zorlayan tek faktör parite de değil. Avrupa'da özellikle son üç aydır şahit olduğumuz talep düşüşü, tüm dünyada emtia gibi girdi fiyatlarının son bir yıldır oldukça yüksek seyretmesi gibi alt başlıklar da dış ticaretimizi zorlamakta. İthal girdi fiyatları tüm sektörler için maliyet baskısı yaratırken, bu sürece şimdi parite etkisi de eklenmiş durumda.

"Nitelikli iş gücü ve iş ortamı, eğitimin katkısı, teknolojideki gelişmeler, kayıt dışı ile mücadele, ekonominin içinden geçtiği yatırım süreci önemli bulduğumuz faktörler arasında yer alıyor."

Ülke olarak en büyük problemimiz enflasyon halini aldı. Enflasyonu tetikleyen dinamikler için ne düşünüyorsunuz. Sizce atılacak hangi adımlar bizi enflasyon kıskacından kurtarır?

Enflasyonu kontrol etmek için hangi adımları atmamız gerektiğine enflasyonun dinamiklerini doğru analiz ederek başlayabiliriz. Örneğin son dönemde sadece arz yanlı enflasyonun üzerinde durulsa da, çekirdek enflasyon, hizmet enflasyonu gibi veriler bizlere enflasyonun önemli bir kısmının aşın talepten yani talep fazlalığından da kaynaklandığını gösteriyor. Buna ancak ve ancak para politikasıyla doğru reaksiyon vererek müdahale edebiliriz. Bunun dışında atılan her adım aslında zaman kaybı ve ek maliyet demek. Ekonominin dinamiklerini de doğru değerlendirmeliyiz. Örneğin Türkiye yüklü döviz ihtiyacı olan ve fiyatların dövize son derece hassas olduğu bir ekonomi. Böyle bir ekonomide kurda yaşanan aşırı yüksek seviyelere ve oynaklığa sebep olabilecek her adımdan kaçınmak gerekir. Fakat bunlar da geldiğimiz aşamada enflasyonla mücadelede kafi gelmeyebilir. Son 4-5 yıldır enflasyonda geriye dönük fiyatlama yani beklentileri yönetememe sorunu mevcut. Bu da yıllar itibariyle enflasyonun önce çift haneye sonra yüzde 20'li rakamlara ardından da hızla yüzde 50 seviyelerinin üzerine çıkmasına sebep oldu. Ülkemizde enflasyondaki bozulma aslında yıllar itibari ile kademe kademe gerçekleşti. Çoğunluğunda da hatalı, gecikmeli para politikası Yine tekrarlamam gerekir ki içinden geçtiğimiz döngüde sadece para politikasında doğru adımlar atılması da yeterli olmayabilir. Örneğin gıda fiyatlarında para politikasının rolü bir yere kadar. Dünyada gıda fiyatları yüzde 35 artarken Türkiye'de örneğin neden bu oran yüzde 95. Demek ki sorun sadece global eksendeki gıda fiyat artışı değil. Ülke olarak özellikle gıda ve enerji gibi sektörlerde yapısal değişimlere ihtiyacımız var. Örneğin gıda arzını artıracak ve enerji verimliliğini yükseltecek adımlar atmada çok gecikiyoruz.

"Ülke olarak özellikle gıda ve enerji gibi sektörlerde yapısal değişimlere ihtiyacımız var."

Pandeminin başlangıcında özellikle Çin'in kapanması nedeniyle buradaki fabrikaların kapanması nedeniyle tedarik zincirinde yaşanan sıkıntılar çok uluslu şirketlerin bazılarının tedarikçisini yakında bulundurma stratejisini düşünmeye itmişti. Bu durumu The Economist dergisi 2020'nin ilk yarıyılında "offshore" üretimden "nearshore" üretime geçiş yaklaşımı olarak adlandırmıştı. Amerikan siyasi düşünce kuruluşlarından biri olan The Atlantik Consul'de yayınlanan son bir çalışmada da bu durumun özellikle üzerinde durularak Batı şirketlerinin Çin ve Rusya'ya bağımlılığının azaltılması için "friendlyshore" ifadesi kullanılarak batılı ülkelerin kendi şirketlerini tedarik açısından dost ve demokratik ülkelerle çalışmalarının teşvik edilmesi öneriliyor. Tüm bunlar göz önüne alındığında Türkiye'nin şu anki zor ekonomik koşuluna rağmen ilgili konuda şansı var mı, olabilir mi? Ve ne yapılması gerekir?

Tedarik zincirlerindeki bu değişim Türkiye için bir fırsat penceresi yaratabilir. Buradaki rolümüzün artması için Türkiye önemli potansiyele sahip. Bununla birlikte, öngörülebilir ve sürdürülebilir politika uygulamaları, Türkiye'nin ekonomisini yatırım, istihdam, üretim ve ihracat temelleri üzerinde geliştirmek için önem taşıyor. Bu doğrultuda, ülke risk priminin düşürülmesi, yatırım ortamını güçlendirici yapısal adımlar, 2018’den bu yana giderek bozulan para ve maliye politikalarında yeniden bir denge sağlanması, hukuk sistemi, eğitim, işgücü ve vergi alanlarında reformlara ihtiyaç var. Ayrıca firmalardaki yeteneklerin geliştirilmesinin desteklenmesi, işgücü geliştirme ve finansmana erişim için gerekli çalışmalar ve bunların dengeli şekilde ülke çapma yayılması yine önemli unsurlar arasında. AB işletmelerine tedarik zincirlerinde iklim, çevre, insan haklan ve çalışan hakları gibi hususlarda zorunlu denetim ve uyum yükümlülükleri getiren yeni yasa tasarıları gündemde. Bu doğrultuda, AB işletmeleri dış ticaret ortaklarının belli standartları sağlamasına daha da dikkat etmek durumunda kalacak. Türkiye'nin de tüm bu gelişmeleri yakından takip etmesi, mevzuat çerçevesini ve uygulamalarını buna göre düzenlemesi gerekiyor.

Dijital dönüşüm, KOBİ'ler ve sürdürülebilir geleceği düşündüğümüzde TÜSİAD'ın önümüzdeki dönemde programı nasıl? Verimli ve katma değerli üretim için döngüsel üretimi gerçekleştirmek adına hangi iş planları devreye alınacak? Yapısal anlamda hukuk ve demokratik reformlar ile üretim ekonomisini güçlendirip, yüksek teknolojiyle Türkiye'nin, katma değerli dönüşümü nasıl gerçekleşir?

Sürdürülebilir bir geleceği inşa etmemiz gerekiyor. Geçen yıl yayınladığımız "Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa: İnsan, Bilim, Kurumlar" başlığını taşıyan çalışmamız, ülkemizin kalkınmasına yönelik üç temel unsuru ortaya koyuyor. Bunları "insani gelişme ve yetkinleşme", "bilim, teknoloji ve inovasyon" ve "siyasal, ekonomik, toplumsal kurumlar ve kurallar" olarak tanımlıyoruz. Kısaca insan, bilim, kurumlar olarak andığımız bu üç unsur aynı zamanda birbirine sıkı sıkıya bağlı. Örneğin insani gelişmede geri kalındığında, bilim ve teknolojide ilerleme kaydedilemez. Bilim ve teknolojiyi esas almayan bir büyüme uzun vadede sürdürülemez. Siyasal, ekonomik, toplumsal kurumların ve kuralların niteliği yetersiz olduğunda ise hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, ekonomik istikrarı, toplumsal gelişmeyi temin etmek imkansız hale gelir. TUSIAD olarak ekonomik olarak gelişmiş, uluslararası alanda diplomasi ve iş birliğiyle rol model olan, toplumda hiçbir kesimi kalkınma sürecinde geride bırakmayan, adil ve çevreci bir Türkiye hayalini benimsiyoruz. Ekonomik koşulların iyileştirilmesinden özgürlük alanlarının genişlemesine, hukukun üstünlüğünden eğitime, toplumsal cinsiyet eşitliğinden iklim krizine duyarlılığa kadar pek çok alanda gençlerimizin geleceklerini bu ülkede inşa edecekleri bir ortamı hayata geçirmeliyiz. Biz de çalışma programımızda bu konuları önceliklendirmekteyiz.

"Son dönemde artan risk primini, 900 baz puana yaklaşan CDS'i azımsamamalıyız. Unutmayalım ki Ağustos2021'de CDS'imiz400 baz puanın altındaydı. Bu rakamlar bize kritik bir sürece girdiğimize işaret ediyor."

2022 yılı sonu için kur, faiz, işsizlik, büyüme, enflasyon ile ilgili öngörüleriniz neler? İktidarın düşük faiz ısrarı ve faiz indirimleri devam ederse ne tür risklerle karşı karşıya kalınabilir?

2022 yılı için yaptığımız yüzde 3'lük büyüme tahminimizi koruyoruz. Tüm dünyada özellikle Avrupa'daki olası şiddetli yavaşlama ve ihracatımızın olumsuz etkilenmesi gibi unsurlar bizim büyümemizi de yavaşlatma potansiyeli taşıyor. Enflasyon tarafında ise son ÜFE rakamları (yıllık yüzde 138) TÜFE enflasyonunun yılın geri kalanında daha da yüksek seviyelere çıkacağına işaret ediyor. Yıl sonu için de artık baz etkisinden bahsedemiyoruz. Öte yandan enerji arzı ve fiyatında yaşanması muhtemel baskılar da söz konusu. Dolayısıyla ne olacak da enflasyon düşecek sorusu hakimiyetini korumakta. Kura bakarsak, özellikle son 7-8 aydır, ülkemizin ihtiyacı olan döviz kaynağına, artan risk primine ve dış finansman baskısına dair görüşlerimizi paylaşıyoruz. Türkiye için dövize erişim son derece maliyetli hale gelmiştir. Bunun çift sebebi var. Biri global tarafta yükselen faizler ve doların kıymet kazanması. İkincisi ise içeride artan enflasyonla ülke risk primi kanalından yine bu dövize erişmemizin pahalı hale gelmesidir. Global tarafta maalesef yapabileceğimiz bir şey yok. Ve bu süreç bir müddet daha devam edecek gibi gözüküyor. Ama global gidişatı doğru öngörebilmek, ülke risk primini düşürmek ve bu kanalla dış finansman baskısını azaltmak, rezervlerimizi güçlendirmek, bunlar doğru politikalar uyguladığımız takdirde bizim şekillendirebileceğimiz unsurlar. Son dönemde artan risk primini, 900 baz puana yaklaşan CDS'i azımsamamalıyız. Unutmayalım ki Ağustos 2021'de CDS'imiz 400 baz puanın altındaydı. Bu rakamlar bize çok daha dikkatli olmamız gereken, kritik bir sürece girdiğimize işaret ediyor.