TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini, 2009 / 02 2007 Yılında Yapılan Anayasa Değişikliklerinin Olası Hukuki ve Siyasi Etkileri

 

 



Serkan ERSÖZ - Siyasi Reformlar Bölümü Sorumlusu 

2007 yılının mayıs ayında TBMM’de kabul edilen ve aynı yılın ekim ayında yapılan halkoylaması ile yürürlüğe giren Anayasa değişikliklerinin, kısa ve orta vadede önemli hukuki ve siyasi etkileri olacaktır. Bu olası etkiler aşağıda iki grup grupta ele alınacaktır:

1. Önümüzdeki on yılda Türkiye’yi yoğun bir seçim trafiği beklemektedir.
2. Anayasal sistemimiz halkoyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı figürü ile tanışacaktır.

(1) Önümüzdeki Yıllarda Yaşanacak Seçim Trafiği ve Seçimlerin Zamanlaması:

TBMM’nin görev süresinin beş yıldan dört yıla indirilmiş olması ve yedi yılda bir TBMM’de seçilen Cumhurbaşkanı’nın beş yılda bir halkoyuyla seçilmesinin öngörülmesi ile birlikte genel oya dayalı seçimlerin sayısında artış olacaktır.

Aşağıdaki listede de görüleceği üzere 2011 yılının temmuz ayında başlayacak seçimler dizisi, 2019 yılının temmuzuna gelindiğinde sekiz yılda altı seçimin yapılması sonucunu doğuracaktır. 2010’lu yıllarda Türkiye’yi, bir buçuk yıllık ortalama ile yapılacak altı önemli seçim beklemektedir. Bu liste yapılırken elbette erken milletvekili seçimi veya Cumhurbaşkanlığı’nın boşalması gibi ihtimaller hesaba katılamamış, anayasal süreler esas alınmıştır.

Bilindiği üzere aralarında bir yıldan az bir süre olması halinde milletvekili seçimi ile mahalli idare seçimi birleşmektedir. Bu istisnai durum haricinde her hangi iki seçimin birlikte yapılmasını öngören bir kural yoktur. Bir arada yapılma kuralına göre 2019’daki iki seçimin birleşmesi gerekir.  

      1) Temmuz 2011: Milletvekili Genel seçimi
      2) Ağustos 2012: Cumhurbaşkanı seçimi
      3) Mart 2014: Mahalli İdareler seçimi
      4) Temmuz 2015: Genel Seçim
      5) Ağustos 2017: Cumhurbaşkanı seçimi
      6) Mart-Temmuz 2019: Milletvekili Genel ve Mahalli İdareler seçimleri (Anayasa gereği birlikte)

Bu listeye baktıktan sonra, seçimlerin ne denli yoğun olabileceğini daha iyi görmek için 1982 Anayasasından sonra her bir on yıllık dönemde seçimlerin hangi sıklıkla yapıldığına bakmak faydalı olacaktır.

1980’lerde, elbette ilk üç yılın ara dönem olduğu hatırlanarak, seçimlerin tarihleri aşağıdaki gibiydi: Kasım 1983-Milletvekili Genel, Mart 1984-Mahalli İdareler, Kasım 1987- Milletvekili Genel, Mart 1989-Mahalli İdareler.

Son derece istikrarsız bir siyasi ortamın hüküm sürdüğü 1990’larda da dört seçim yapılmıştır: Ekim 1991-Milletvekili Genel, Mart 1994-Mahalli İdareler, Aralık 1995- Milletvekili Genel, Mart 1999-Milletvekili Genel ve Mahalli İdareler birlikte.

Koalisyon hükümeti ile başlayan ve güçlü bir tek parti hükümeti ile devam eden 2000’li yıllarda da yine dört seçim yapılmıştır: Kasım 2002-Milletvekili Genel, Mart 2004- Mahalli İdareler, Temmuz 2007-Milletvekili Genel, Mart 2009-Mahalli İdareler. 

Görüldüğü gibi Türkiye’yi 2010’larda bekleyen yoğun seçim trafiğinin benzeri, 1982 Anayasası döneminde hiçbir on yılda görülmemiştir. Bunda elbette en etkili unsur, iki Cumhurbaşkanlığı seçiminin takvime eklenmiş olmasıdır. Fakat daha önceki on yıllarda seçimlerin sayısını arttıran unsurun erken milletvekili seçimleri olduğu unutulmamalıdır. 2010’larda da yine erken seçimlerle yukarıdaki seçimler listesinin kabarıklaşması mümkündür.

Bu yoğun trafiğin olası en büyük siyasi etkisi, şüphesiz siyasi partilerin sürekli bir seçim teyakkuzunda bulunacak olmasıdır. Seçimler, adaylık süreçleri, propaganda dönemi ve sonuçların açıklanmasından sonra asıl galip ve mağlupların kimler olduğunun tartışılması ile birlikte neredeyse dört aylık bir süre ülkeyi meşgul eder. Aralıkları daha az olan seçimlerde ülke neredeyse seçim havasından hiç çıkamayacaktır. Seçim ekonomisi olarak adlandırılan bütçe ve harcama politikalarının yaratabileceği geleneksel problemleri de dikkate almak gerekir.

İkinci en önemli etki, iktidar partilerinin çok sık meşruiyet sınavı vermek zorunda kalacak olmalarıdır. Mahalli idareler seçiminde oy kaybeden iktidar partisinin durumunun tartışılması alışılmış bir durumdur. Fakat şimdi bir de desteklediği aday Cumhurbaşkanı seçilememiş bir iktidar partisi durumuna düşmemek gibi yeni bir sınav iktidar partilerini beklemektedir. Örneğin 2011’de seçilecek yeni TBMM içinden çıkacak olan hükümet, görevde daha üç yılını doldurmadan iki önemli seçim atlatacaktır. Bu seçimlerde muhtemel bir başarısızlık, acaba, iktidar partisi veya partilerinin sorgulanmasını ve yeni bir milletvekili seçimini de beraberinde getirebilir mi?

(2) 2012 Yılından İtibaren Seçilecek Cumhurbaşkanlarının Konumu:

2007 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri, parlamenter sistem içinde yeni bir güç dengesine yol açacaktır: Halkoyu ile seçildiği için “kuvvetlenen” Cumhurbaşkanı ile parlamenter sistem uygulamamızda geleneksel olarak “kuvvetli” olan Başbakan arasında yeni bir denge kurulması gerekecektir. Özellikle bu iki güç odağının siyasi yelpazenin çok farklı bölümlerinden gelmeleri halinde ciddi kilitlenmeler yaşanabilir.

Bu düşünceyi tetikleyen, Cumhurbaşkanı’nın, “icracı rolünü” arttırmak çabası içinde olacağı öngörüsüdür. Gerçekten de yürütmenin iki ayağından biri olan ve artık halkoyuna dayanan Cumhurbaşkanı, yürütmenin icracı ayağına nüfuz etmek isteyebilir. Zira yetkileri bir parlamenter sistem için geniş olmakla birlikte icraya ilişkin yetkisi yoktur. Halkoyuyla seçilmiş olmanın gücüyle hareket alanını, yürütmenin icracı ayağına doğru genişletme çabası göstermesi doğaldır. Kaldı ki, bu çabasında kendisine yardımcı olabilecek yetkiye sahiptir. 

Cumhurbaşkanı’nın bu öngörüdeki gibi bir eğilim göstermesi halinde, Başbakan ve iktidar partisinin, bugün sahip oldukları halkoyuyla seçilmiş olma sıfatına dayanarak direnç göstermeleri güçleşecektir. Başka bir deyişle iktidar partisinin, Cumhurbaşkanı’nın icraatı yönlendirme çabasını sorgulamakta kullanabileceği vasıtalar azalmış olacaktır. Üstelik iki turlu seçimle göreve gelmesinden dolayı Cumhurbaşkanı, milletvekili seçiminde en yüksek oyu almış partiden muhtemelen bir buçuk belki iki kat fazla oy almış olacaktır.

Siyasi geleneklerimiz ve siyaset yapış tarzımızın, bu derecede kuvvetli iki figürün farklı siyasi görüşlerden olmasını ne ölçüde kaldırabileceği ciddi bir soru işaretidir.

Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesinin gündeme getireceği diğer bir konu, seçim sürecinde yapılacak propagandanın Cumhurbaşkanlığı’nın tarafsızlığını etkileyip etkilemeyeceğidir. Belki siyasi partilerin seçim sürecine bir adayı destekleyerek katılmaları da ilk bakışta, bu tarafsızlığa gölge düşürebilecek bir unsur olarak görülebilir. Ancak benzer bir destek ve dolayısıyla Cumhurbaşkanı-siyasi parti özdeşleşmesi ihtimali, Cumhurbaşkanı’nın TBMM’de seçildiği uygulama için de neredeyse aynen geçerlidir.

Burada yeni olan durum, Cumhurbaşkanı adayının, -belki siyasi parti liderlerinin genel seçimler öncesi kullandığı propaganda yöntem ve araçlarının aynısı ile-, halka yapacağı propagandadır. Bir an için Cumhurbaşkanlığı makamının tarafsızlık niteliğine çok hassas yaklaşıldığını ve seçim sürecinde siyasi söylemden uzak durulmaya çalışıldığını düşünelim. O halde bir Cumhurbaşkanı adayı için geriye konuşacak ne kalır? Cumhurbaşkanı’nın icraya yönelik vaatlerde bulunması mümkün değildir. Örneğin okullarla, hastanelerle ya da vergilerle ilgili bir vaadi olamaz. Çünkü bu alanlarda yetkisi yoktur, belki temennileri olabilir. Geriye sadece propaganda konusu olarak, diğer Cumhurbaşkanı adaylarından daha iyi Anayasa Mahkemesi üyesi atacağını ya da daha az veya çok kanunu veto edeceğini vaat etmek kalmaktadır. Propaganda dönemi bu tür konularla geçemeyeceğine göre, doğal olarak, seçimde adayların siyasi yaklaşımlarının yarışması beklenir.

Anayasal sistemimiz içinde Cumhurbaşkanı’nın mevcut yetkilerinin, parlamenter sistem için olağanüstü geniş olduğu sıklıkla dile getirilmektedir. Bu yetkilerinin genişliğinin yanında, Cumhurbaşkanı’nın en önemli vasfı “tarafsız” olmasıdır. Belki de tarafsız olması sayesinde parlamenter sistem içinde bunca geniş yetkiye sahip olabilmiştir. Oysa şimdi Cumhurbaşkanı halkoyuyla seçim sürecinde siyasi bir söylem geliştirmek durumundadır. Daha birkaç yıl önce yapılan Cumhurbaşkanı seçiminde bir uzlaşma sağlanmasının zorunlu olduğundan bahsedilmekte iken, bir sonraki Cumhurbaşkanı’nın tamamıyla siyasi bir yarışın sonucunda seçilecek olması Cumhurbaşkanı seçiminde iki ayrı uç yaklaşımı ifade etmektedir. Bu arada görevdeki Cumhurbaşkanı’nın yeniden seçilebileceği de düşünülürse, aday olan görevdeki bir Cumhurbaşkanı’nın propaganda döneminde tarafsızlığı daha da tartışmalı hale gelebilir.

Bu arada Cumhurbaşkanı’nın halkoyu ile seçilmesinin demokratik boyutu ihmal edilmemelidir. Halkın doğrudan seçtiği Cumhurbaşkanı, hesap verebilirlik açısından daha ulaşılabilir olmalıdır. Milletvekillerinin sahip olduğu ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan yasama dokunulmazlığı, Cumhurbaşkanı için makul karşılanabilir. Her ne kadar siyasileşme ihtimali dile getirilmişse de kabul etmek gerekir ki, Cumhurbaşkanı devletin de başıdır. En azından görevinin sonuna dek yargılanmaması, sorgulanmaması kabul edilebilir. Fakat attığı imzalardan onunla birlikte imza atan Başbakan ve bakanların sorumlu olması ve tek başına yaptığı işlemlere karşı yargı yolunun kapalı olması, demokratik hesap verebilirlik açısından uygun değildir. Cumhurbaşkanı’na halkoyu ile seçilmenin gücü verilirken,  herhalde bunun getireceği sorumluluk da yüklenmelidir.

Özetle, yeni usulle seçilecek Cumhurbaşkanı’nın parti veya ideoloji aidiyeti Türkiye’de bugüne kadar alıştığımız sınırın ötesine geçebilir. Bu aidiyet, Cumhurbaşkanı’nın anayasal tarifinin sınırlarını da zorlayabilir. Burada önemli olan siyasi partilerin ve toplumun bu yeni figüre ne ölçüde ve hangi süratle alışacaklarıdır. 


"TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini" güncel tartışmalara yönelik ve genel okuyucu kitlesi için TÜSİAD Araştırmacıları tarafından hazırlanan kısa makalelerden oluşmaktadır. "TÜSİAD Tartışma Makaleleri Dizini"nde yer alan görüşler yalnızca yazara aittir ve TÜSİAD’ın görüşlerini yansıtmayabilir.

Bu kategoriden diğerleri: